Cümleleri hapsettim içime. Kelimelerimse zaten öldü. Konuşamıyorum şimdi, konuşmakta istemiyorum zaten. Ne demek ömür? Neden yaşıyor ki insan? Allah neden yaratmış bizi? Kimiz biz? İyi yaşayanların, bir eli yağda bir eli balda olanların bizden farkı ne? Avuç avuç şeker toplayanların, kırmızı pabuçlarını baş uçlarında saklayanların, deste deste çiçek derip annelerine verenlerin farkı ne…!
Söylesene bana! Susma öyle! Susma uzaklardan gelip beni birazcık gülümsetmenin peşinde olan Masalcı. Sen de biliyorsun ki gülemem ben! Gülemem, gülmem bundan böyle. Denemedim mi sanıyorsun; önce konuşmayı sonra ağzımı doldura doldura gülmeyi. Olmadı. Olamadı işte. Dudaklarım açılmadı. Belki de açılmak istemediler. Gamzelerin görünsün derdi annem. Annem nerede mi? Sorma! Biliyorsun o çoktan öldü. Kim mi öldürdü? Merhameti olmayanlar, küçük hesapları zaafları hırsları, samimiyetsizliklerine harcadılar büyük çocuk gülüşleri…
Ölüyordu O’nu son gördüğümde, gülümsüyordu ölürken. Elimi tuttu. Tüm tutmalardan soğuyacaktım bundan böyle. Yüzüme baktı garip gri bir yüz ifadesi vardı. Gözlerinin içine yuvalanmış kan vücudunda ki tüm parçalanmışlıklardan süzülerek toprağa iniyordu. Titrek işaret parmağını sağ yanağıma götürdü. Ardından “Gamzelerini unutma unutturma” dedi. Sonra mı? Titrek el şehide olmuşçasına yere düştü. Annem ölüyor ölürken gülümsüyor gülümserken gamze çukurlarına pıhtılaşmış kan doluyordu. Annem gerçekten orada kanlı toprağa taze kanını bulaştırıyor kadersiz bir coğrafyaya kanıyla sınır çiziyor benimse bunun guruyla büyümem gerekiyordu. İşte o günden sonra bir daha gülümseyemedim. Ayıp mı gülümseyememek? Gülümseyemiyorum olmuyor olamıyor işte uzaklardan gelen Masalcı. Belki de hiç suçun yok senin. İyi bir adamsın belki de. İyi bir kadının eşi güzel çocukların babasısın. Ama ben de inan ki kötü değilim kötü olamam sadece gülümseyip seni memnun edemiyorum işte Masalcı. Çünkü hala korkuyorum; karanlık yerlerde yalnız kalmaktan bir de çökelek yemekten… Annem çok severdi çökeleği. Kendi elleriyle mayalar kendi elleriyle oğlak derisine basardı. Buğday buğdaydı narin elleri, ama çocuklarının rızkına kör namilik edemeyip kara derinin sertliğinde çırpınır yara bere içinde kalır da yine de hiç vazgeçmez, köyün en iyi peynirini o basardı. İsterdi ki evlatları ve mahallenin yetimleri tıka basa yesin. Kardeşlerim mi; Onlar yok şimdi. Son çökeleğimizi yediğimiz kahvaltıdan sonra bilmediğim adamlar gelip götürdüler onları. Benden büyük bir de erkektiler. Erkek olmak “iyi” dir derdi babaannem ölmeden. Bilmem neden derdi? Annemse“Keşke erkek olaydım” der dururdu. Bence iyi değil erkek olmak erkek olunca savaşa gitmek zorundasın çünkü. Babam da; “Benim aslan kızım” derdi. Sonra da anneme dönüp “Peygamber sünnetidir kız evladını da sevmek hatun sen bilmezsin” derdi. Doğru ya kadınlar bir şey bilmezdi, bilmemeliydiler belki. Ama öyle değildi işte babam; “Aslan Parçası” diye severdi beni. Ben de ağabeylerimden daha çok sevildiğime inanırdım böylece. Şimdi öğrendim ki bu coğrafya da masumun güçsüzün hükmü yok hüküm sadece SAVAŞ’ın. Kadına hele çocuğa hiç yer yok buralarda. Öyleyse Allah’ın masumlara ayırdığı bir yer var mı diye merak ederim bende? Üzülmediğimi sanma sakın, uzaklardan gelen Masalcı çok üzüldüm. Çok üzülüyorum elbette ama umut dünyası işte bir şekilde yaşıyor insan, bir şekilde işte. Bazen çocuk bazen kadın bazen hiç sadece hiç! Üzülmez mi insan üzülür elbet hınçlanmaz mı hınçlanır elbet isyan etmez mi eder elbet şükretmez mi şükreder elbet;annesinin ölümünden önce onu korumaya çalışan babasının bedeninin delik deşik edildiğini sonra ağabeylerinin dilini bile bilmediği adamlarca uzaklara götürüldüğünü…..
Öyle ya sen bilmezsin bunları belki senin çocuklarında bilmezler. Çünkü siz kaderi savaş olan coğrafyaların çocuğu olarak doğmadınız. Süslü salonlarda bizler adına yardım manşetleri atıp gazete köşelerinde boy göstermeyi marifet saydınız. Olsun yine de teşekkür etmeliyim sana, uzaklardan gelen Masalcı ama yok işte. Kelimeler çıkmıyor ağzımdan. Açılmıyor dudaklarım…
Ama teşekkür ederim hem de en derinimden; ayağına kan bulaşacağını bilerek taa buralara kadar gelmişsin ve öğrendim ki çocukları çok sever anlattığın masallarla gülümsetirmişsin. Yine de söylesene; Allah bir gün sorduğunda; “Biz sadece masal anlattık mı” diyeceksin…. Olsun ben yine de sana çok içimden taa kalbimden teşekkür etmek istiyorum Masalcı; aylardır su görmemiş belik örgüleri içinde bitler oynaşan yağlı saçlarımı bir baba gibi şefkatle okşadın hem de hiç çekinmeden. İşte sırf bunun için dua edeceğim Allah’a senin için;
“Bir el, niyetini hiç bilmediğim ama baba gibi hissettiğim bir el dokundu aylar sonra saçlarıma…
Babamı; anamın namusunu korumak istediği için acımadan kurşuna dizilen, zavallı babamı hatırlattın be Masalcı. Sen de eğer varsa kızını hatırladın belki! Yook olamaz. Senin kızın benim gibi olamaz değil mi Masalcı. Şimdi o kendi ülkesinde sıcak yatağında en süslü pijamalarını giymiş başucuna senin annesiyle birlikte aldığın kırmızı pabuçlarını koymuş birkaç gün sonra ki bayram sabahının ilk rüyasını görmektedir ve o uyanacak sen de ülkene geri döneceksin. Sonra en mutlu bayramı olacak; büyükler onun mor elbisesinin cebine şeker koyup ellerini öptürecekler. Söylesene bizim buralarda da bayram olacak mı bir daha, bu topraklara da atılacak mı boş şeker kabukları? Diyelim ki oldu ben kimin elini öpeceğim kim bana mor elbise kırmızı pabuç alacak cebime şeker koyup elime harçlık sıkıştıracak…
En iyisi gitmek buralardan taa uzaklara, yanından kaçmak, seni, şu senin masallarına inanan birkaç saf çocukla yalnız bırakmak ve kendi içimde ki gizli mağaraya saklanıp olanları olmamış gibi yapmak; sevilmeyeceğini, gülemeyeceğini, el öpüp şeker toplayamayacağını sıcak bir yatağa uzanamayacağını bilmek ve ağlamadan sabırla beklemek… Hoşça kal. Hoşça kal uzaklardan gelen baba sıcaklığını hatırlatan yabancı Masalcı.
Halep’ e Dua ile….
(Kırmızı Hayatın Rengi Olsun Kitabı’sayfa60-63/Ayşe ÜNÜVAR)
AYŞE ÜNÜVAR
Eğitimci Yazar/Uzm.Psk. Dnş.