Bir halkın seçimini arızalı bulan bir zihniyetin temsilcisi, ülkemizde başkanlık sistemine geçilmesini uygarlıktan ve uygar dünyadan koparılmak olarak değerlendirmiş. Açıkça ülkemizde bir seçim olur da seçmen çoğunluğu başkanlık sistemine evet derse bu durum, ülkemizin birkaç asırdan beri katılmak için uğraştığı uygar dünyadan koparılması demek olacakmış.
Bu ve benzeri değerlendirmeler, rahmetli Cemil Meriç’in Umrandan Uygarlığa adlı kitabında Batı, Batılılaşmak, Çağdaş Uygarlık vb. kavramlara getirdiği keskin bir zekâ ürünü tespitlerini getirdi aklıma.
Yazar kitabının başında kimi aydınlarımızın ve siyasetçilerimizin kopmak itemedikleri ‘uygar dünya’ dedikleri âlemi şu cümlelerle tanıtıyor: “Avrupa, maddeciliğine rağmen Hristiyandır; sağcısıyla, solcusuyla Hristiyan. Hristiyan için tek düşman biziz; Haçlı ordularını bozgundan bozguna uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet. Genç cüce müselsel zilletler sonunda ihtiyar devin zaaflarını keşfeder: ahde vefa, civanmertlik, merhamet… Aşağıdan alır, hulus çakar, yaltaklanır ve… nihayet alt eder devi.
Zavallı Türk aydını… Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır.”
Tespitler müthiş. Sahip oldukları değerleri unutanların hali düşmanın putlarını takdisten papağanlaşmaya evriliyor sonunda. Örnek, oldukça can yakıcı. Belirledikleri stratejiler uygarlarımızın alamet-i farikaları aslında. Millete rağmen siyasi gücünü kullanarak milletin yanlış yapmaması için elinden geleni yapacakmış. Bunun için gerekirse kan bile dökülebilirmiş.
Netekim ülkemizin önemli merkezlerinde canlı bombalar patlatılarak kanlarımız sebil edilmiyor mu, ediliyor. Konunun uzmanları Beşiktaş’ta, Kayseri’de bir hafta arayla yapılan saldırılarda kullanılan bombaların aynı olduğunun tespitinin ardından ülkemizde ve yakın coğrafyamızda faaliyet gösteren kanlı terör örgütlerinin ardındaki güçlerin aynı olduğu yorumuna ulaşıyorlar.
Aylar var ki Anadolu’da bayrağımızdaki renklerden başkasını unuttuk.
Şimdi sormak gerek. 1915’te Çanakkale’ye gelip 250 000 insanımızın kanını dökenler tapınırcasına, ölümüne kavuşmak için can attığınız uygarlarınız değil miydi? Halkın kendi egemenliği konusunda söz sahibi olması için atılan bir adımı uygar dünyadan koparılmak diye görüp bu dünyadan kopmamak için her türlü mücadeleye gireceğinizi söylemeniz, coğrafyamızı 150 yıldır hallaç pamuğu gibi atanlarla aynı safta olduğunuzu göstermez mi?
Şu çok sevdiğiniz uygarlarınızın son bir asırda işledikleri marifetlere bir bakalım mı?
Bakılmasını istediğim marifetler Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan’ın 16. 12. 2016 günkü analizinden:
Araştırmacı, analizine hareket noktası olarak Almanya’nın eski Hristiyan Demokrat Partisi (CDU) milletvekili Dr. Jürgen Todenhofer’in mensubu olduğu dünya ile ilgili şu tespitini almış: “Batıyı ve Müslümanları şöyle anlatıyor. “45 Müslüman ülke var. Bunların hiç biri 200 senede herhangi bir ülkeye saldırmadı. Askeri saldırıları düzenleyen daima biz olduk.”
…
“Son iki asırda başka neler oldu; şimdi bir bakalım..
Belçika, Kongo’da 1890-1905 arasında, 10 milyon insanı öldürdü. Köle olmak istemeyen çocukların elleri ve ayaklarını kestiler. Belçika askerleri kendi aralarında kesilmiş çocuk eli koleksiyonu yapıyorlardı.
1904’te Namibya’yı sömürgeleştiren Almanya bir yılda en az 75 bin insanı katletti. Yerli pek çok kadın, Alman askerlerine seks kölesi olarak hizmet etmeye zorlandı.
1917'de Fransa, Çad'da ülkenin her yerinden İslam âlimini konferansa davet etti. Fransız cellatlar, gelen 400 İslam âlimini orada katlettiler.
Almanya, 1930-1945 arası, 1 milyon çocuk, 2 milyon kadın, 3 milyon erkek toplam 6 milyon Yahudiyi sistemli bir şekilde öldürdü.
ABD, 1945'te atom bombasıyla Hiroşima’da ilk anda 70 bin kişi katletti. Radyasyon sebebiyle Hiroşima’da ilk beş yılda 200 bin insan öldü.
ABD, 1945’de Nagazaki’de atom bombası il ilk anda 74 bin kişiyi öldürdü, binaların %36’sı tamamen yok oldu. Daha sonra ölü sayısı 143 bine çıktı.
II. Dünya Savaşında İngiltere ve ABD bombardımanlarında 1945’te 3 günde Almanya Dresden’de 135 bin kişi öldürüldü.
1945'te Fransız ordusu Cezayir’de bir günde 45 bin kişiyi öldürdü. 1954-1962 arası Fransa, Cezayir’de 1,5 milyon Müslüman katletti.
Fransa destekli Hutular, Ruanda'da 1994’te 100 günde 800.000 insan öldürüldü. ABD ise soykırım yapanları korumak için BM'yi işlevsiz hale getirdi. Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand Le Figaro gazetesine 12 Ocak 1998’de “O ülkelerde (Ruanda) bir soykırım yaşanması, önemli bir şey değil” dedi.
1995'te Sırplar, 8.372 Boşnak Müslümanı öldürüp, cesetlerini parçalayarak 64 ayrı toplu mezara gömdüler. Srebrenitsa soykırımı BM’de görevli Hollandalı askerlerin gözetiminde yapıldı. BM askerlerinin başında Fransız general vardı.”
Son iki yüz yılda Batı tarihinin burada zikredilmeyen daha çok katliamlarla, soykırımlarla dolu olduğunu belirten araştırmacı, aslında Pamuk Prenses kılığına girmiş cadının şimdilerde artık gerçek yüzünü gizleme ihtiyacı bile duymadığını, Tanzimat’tan beri renkli, cafcaflı ambalajlarla sunulan Batı’nın aslında bir aldatma, yalan, sömürge, hırsızlık ve zulüm medeniyeti olduğunu söylüyor.
Yazıyı, medeniyeti çok iyi tanıyan ve ona hak ettiği şekilde muamele etmemizi isteyen ve 27 Aralık’ta vefatının 80. Yıldönümü nedeniyle rahmetle anacağımız M. Akif Ersoy’un şu mısraları ile bitirelim:
“Medeniyet denilen maskara mahlûku görün/ Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün!”
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal 24 Aralık 16