Yüzyılın kışını yaşadığımız bu günlerde karşı karşıya kaldığımız zorlukları geçen haftaki yazımızda dile getirmeye çalışmıştık.
Tarihe not düşmek anlamında yılın adını koyalım ve 2017 Kışında yaşadığımız bu güzellikleri ve bu güzellikler neticesinde bize sunduğu nimetleri yazalım da, biz de nankörlük etmemiş olalım inşallah.
İş yerimde, sıcak sobanın başında hayal kuruyorum. Hayalimin konusu tabi ki kış.. “Hafta sonu hava güneşli olsa ve vursam kendimi dağlara...” şeklinde devam eden hayalimin, içeriye bir dostumun girmesiyle sekteye uğradığını görüyorum. Selam hoş beş ile birlikte dostumun ağzından, bu bereketi, bu nimeti, bu güzelliği kast ederek; “bu bir nusibettir” cümlesi dökülüveriyor. Bu cümlenin anlamını izah edebilmenin imkanı yok. Sen daha bir kaç hafta önce tüm camilerde yağmur duaları et, Allah’a yalvar ve duaların karşılık bulsun, istediğinden fazlasını bile göndersin, bu sefer de at kendini yerlere, “bu nedir Allah aşkına, bu felaketi başımıza kim sardı? Bu kadar da olmamalıydı” falan diyerek isyanları oyna... Bunun adına düpedüz “nankörlük” denilmez de ne denilir acaba?
“Hani derler ya, malın mı var derdin var, malın mı yok yine derdin var.” Halbuki bakış açıları ne kadar da farklı. Acizlenmek yerine şükretmek varken, hayatı her bakımdan çekilmez kılmaya sebep ne?
Seydişehir kar ve sis altında yollar açılmış dört gözle dağları görmek istiyoruz. O muhteşem manzaraları fotoğraflamak istiyoruz ama şehir içinde evin önünden çıkaramadığımız araçlar var iken; “dışarı nasıl çıkarız, “acaba yollar nasıl?” endişeleri de var tabi. Bu endişeler yalnız bende değil, fotoğraf merakı ve doğa aşkı olan tüm ekipte var... Onlarla aynı şeyleri düşünmüşüz ki 7-8 kişilik ekip dört-beş araçla yollara düşmüş ve dağlarla o şekilde karşılaşıyoruz.
“Ölüm Virajı”denilen yere kadar sis, buz ve bundan kaynaklı endişe... Tam virajı geçip rampayı tırmanmaya başladığın zaman da, sanki gün yeni doğuyor karanlık kaybolup aydınlığa sabaha karşı uyanıyorsun ve güzellikler her dakika daha da daha da artıyor..Cam gibi parlayan güneşin altında müthiş güzellikleri kendini göstermeye başlayınca içinden bir gülümseme bir sevinçle birlikte Allah’a sesleniyorsun...“Rabbim, verdiğin nimetlere binlerce şükürler olsun.” Hayatımda görmediğim kadar kar kalınlığı, ağaçların, dağların güzelliği... Etrafa baktığın her şey güzel her şey harika... Bir an kendinden geçiyorsun ve fotoğraf makinesi ile bu anların hepsini ölümsüzleştirmek istiyorsun. Neresini resmedeceğini, hangi güzellikleri başkalarıyla paylaşmak adına kaydedeceğini şaşırıyorsun.
Bir o tarafa bir bu tarafa dönüp bu güzelliklerin en ufak bir ayrıntısını atlamak istemiyorsun.
Metrelerce yüksek ağaçların üstü ayrı, üzerinde bir tek izin bile bulunmadığı güneşten aldığı ışıktan dolayı inci gibi parlayan yerdeki manzara ayrı güzel...
Derken dört gözle, Torosların efsanesi Giden Gelmez Dağlarının sembolü olan yaban keçiler takılıyor objektiflere... Bu kadar karın olduğu bu yerlerde; “ne yaparlar ne yer ne içerler acaba?” diye düşünüyorsun...Sonra da; “Rabbim her canlının rızkını verir, yeter ki insanoğlu bu olağan üstü durumu, canlılara zulüm aracı olarak kullanmasın, onların bu zorluklarını fırsata dönüştürüp de katlim yapmasın” diye geçiriyorsun içinden.
Daha önceden de tanış olduğun bu yerlerde, metrelerce karın üzerinde yürümeye çalışan yaban keçileri ve kocaman ardıç ağaçlarının üzerine çıkmış en kalın dalının üstünden geçerek ta ucundaki sürgünler erişme çabalarına şahitlik ediyorsun.
Ülkemizde adını, “geçit vermez dağlar” olarak hafızalara kazıttıran ve 1825 rakımlı Alacabel Mevkiine bakıyorsun, alabildiğine beyaz alabildiğine güzel manzaralara sahip yoldan geçenler araçlarını durdurup, bu tarihi anı ölümsüzleştirmek için hatıra fotoğrafı çektirdiklerini görüyorsun...
Sonra, yaylaları, yayla evlerini merak ediyorsun. Bildiğin ve gidilebileceğini düşündüğün en yakın mesafede bulunan yaylanın birine zar zor ulaşıyor ve gördüğün manzara karşısında küçük dilini yutuyorsun. Sanki yayla bir “hokus fokus” cümlesiyle yerinden kaldırlmış da yerine bembeyaz bir örtü serilivermiş gibi düşüüyorsun. Sonra Allah’ın kudreti geliyor aklına ve evleri dahi örtecek kalınlıktaki karların yaylayı bu güzelliklere çevirdiğini görüyorsun.
Sonra ana yola dönüyor aracınıza biniyor ve çift şeritli koskoca yolda ortaya birikmiş kar nedeniyle karşıdan gelen araçları göremiyorsun ama sesinden bir aracın geçtiğini anlayabiliyorsun. Aranda bir kaç metre mesafe var ve senin karşı şerittekilerle göz temasın kesik. Bu yoğunlukta bir kar var anlayacağınız.
Mutlu ve huzurlu bir şekilde geri dönerken, bu defa da aklın, bu karlı mevsimin ardından; “buraların baharı nasıl olur?”, “yazı nasıl olur acaba?” sorularıyla , çiğdemlerin, kardelenlerin, lalelerin, kuş seslerinin güzelliklerini hayal ederek bir kaç ay sonrasına selamlar gönderiyorsun.
Şelaleleri, pınarları, yazın sıcağında buzdolabı hizmeti gören bu Torosları, vadiler içinde damla damla çözecek olan iri taneli karları düşündükçe, için ferahlıyor, yüreğinin çarpması hızlanıyor ve çocuklar gibi oluveriyorsun.
Sonra da; Allah’a şükrediyor ve manevi hazzının doruklarına çıkıyorsun.
Verdiğin nimetlere binlerce şükürler olsun Rabbim.