ABD’nin Kudüs kararından beri bütün dünya gözlerini binlerce yılık tarihi geçmişi olan ve üç dinin mensuplarınca kutsal kabul edildiği için bir türlü paylaşılamayan bu kadim şehre çevirmiştir.
Selahaddin-i Eyyübi’nin Haçlı ordularının zulmünden kurtardıktan sonra üç dinin mensuplarının da birbirleriyle kavga etmeden ziyaret edebilecekleri düzenlemeleri yaptığı Kudüs en huzurlu dönemini Osmanlı idaresinde geçen dört yüz yılı aşkın sürede yaşamıştır.
İçinde üç dinin mensupları için de aziz hatıralar barındıran Kudüs’ün kıyameti Haçlı seferlerinden sonra yüz yıl önce kopmuştu İngilizlerin şehri işgal edip dünyanın her tarafına dağılan Yahudilere teslim edilmesiyle birlikte. Filistin ne zaman ki kendilerini yeryüzünün seçkin milleti olarak yaratıldığına iman etmiş bu zalim kavmin insafına terk edildi, peygamberler diyarı bu kutsal topraklarda işlenmedik cinayet ve zulüm kalmadı. Müslümanlar sistemli bir soykırıma tabi tutuldu. Sapan taşlarına karşı füzeler kullanıldı Her şeyleri yağmalandı, talan edildi. Nihayet işgal edilişinin yüzüncü yılında Müslümanların Hazreti Ömer’den beri sahip oldukları her şeyleri yok yayılarak Noel hediyesi verir gibi Yahudilere başkent yapılmak isteniyor.
Dünya egemenlerinin desteğiyle İslam dünyasının kalbine kara saplı bir hançer gibi saplanan Yahudiler Filistin’de yüz yıldır kan döküp kendilerinden olmayan insanlara acının, ıstırabın akla hayale gelmeyecek her türlüsünü yaşatırlarken Mekke, Medine ve Kudüs gibi İslam merkezlerine şair Nuri Pakdil’in hisleriyle bağlı duyarlı insanlara da milletimizin duygularına tercüman olmak düşmüştür. Gözyaşlarımızı içimize akıtmaktan başka bir şey yapamadığımız her acıda, onların Kudüs’e dair şiirleriyle burkuldu yüreklerimiz. Nuri Pakdil şehirlere karşı Anadolu’da her insanın hissettiklerini şu mısralarla dile getirmişti:
“Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine,
Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır”
Müslümanlar için coğrafi bir mesele olmaktan çok imani bir mesele olan Kudüs rahmetli Mehmet Akif İnan’ın dilinde ve düşlerinde olmuştur:
“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnını koydum
Sanki bir yer altı nehri çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes
Mescidi Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslüman’a selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu”
SezaiKarakoç“Alınyazısı Saati” adlı uzun şiiri Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın anlamını, hikâyesini anlatır. Birkaç bölümden oluşan şiirin birinci bölümü şehrin kıyametin kapısına nasıl geldiğini düşündürür:
Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam'dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lamba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana
Ve Kudüs'ü terkettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyazı elleri”
Sorumluluklar ferdidir. Mescid-i Aksa sadece gözü dönmüş onlarca Yahudi askerinin üzerine çullanarak işkence hücrelerine götürdükleri çocukların, bayraklarını salladıkları için yelerde sürüklenen kadınların, tanklara taş attığı için buldozerlerle evleri viran edilen garibanların değil, kendini Muhammed ümmetinin, İbrahim milletinin bir ferdi bilen herkesin düşü, derdi, duası, davası olmalıdır.
Hayrettin Karaman Hoca’nın 24 Kasım 1995’te yaptığı Kudüs ziyaretinde kaleme aldığı şiirindeki dua ile bitirelim:
“Ya Rabbî Aksâ'da namazım için
Kubbetu's-Sahra'da niyâzım için
Katına yükselen avazım için
Ümmeti muzaffer kılacak mısın?
Gözlerim zaferi görmeden Rabbim
Kıyıp da canımı alacak mısın? “
Selamların en güzeliyle…