Muzaffer Sarısözen’in Mehmet Kara isimli bir şahıstan derlediği Binboğa yöresine ait bir Avşar türküsü vardır kadir kıymet bilmeyen nimet azgınlarını eleştiren. Sözleri halk şiirimizin taşlama türündeki birbirinden değerli pek çok örneğinden biridir:
“Gökte uçan huma kuşu
Ne bilir dalın kıymatın
Kargayı kondurman dala
Ne bilir gülün kıymatın
Çift sürüp ekin ekmeyen
Meydana sofra dökmeyen
Arının kahrın çekmeyen
Ne bilir balın kıymatın”
Bu türküyü hatırlamamın nedeni oldukça hazindir.
Ülkemizde gündem ekranlara düşen son dakika haberleriyle anlık değişirken daha dün yaşanmış bir olayı, on yıl önce yaşanmış gibi algılar hale geldik. İşte onlardan biri: Hani İzmir’de bir okulda veli toplantısı günü iki öğrenci tarafından öldürülen okul müdürü haberi de düşmüştü bültenlere 2017 biterken…
İşte bu olayın ardından bir müfettiş raporu paylaşıldı sosyal medyada. Müfettiş beyin cümleleri, üzerinde milletçe derin derin düşünmemizi gerektiren bir öneme sahipti benim için. Belki eğitim- öğretim camiasında bir iki gün dile getirildi o kadar. Sonra sıcak gündemlerin önüne geçilmez dalgalarında hızla sürüklenip gitti unutulmuşluklar âlemine.
Haber gazetelere şu cümlelerle düşmüştü:
“Takvimler 15 Aralık Cuma gününü gösterdiğinde Ödemiş şok bir cinayetle sarsıldı. Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı Anadolu Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen öğrencisinin tüfeğinden çıkan kurşunla olay yerinde hayatını kaybetti.
Odasında Müdür Kökmen’i vuran 2 öğrencisi kayıplara karıştı. Bir süre Jandarma karakoluna giderek teslim olan 2 cinayet zanlısı gözaltına alındı. İzmir Kamuoyunu ve Milli Eğitim camiasını derinden sarsan cinayetin ardından Milli Eğitim Bakanlığı bir Maarif Müfettişi atayarak olay soruşturmaya başlandı.”
Olayın zihnimde Muzaffer Sarısözen’in derlediği türkünün sözleriyle yer etmesinin nedeni bakanlık müfettişi Doğan Ceylan’ın hazırladığı ön raporundaki ‘duygusuz ve bencil bir nesil’in gelişine dikkat çeken ifadeleriydi. Doğrusu rapordaki cümleler kurşun gibi ağırdı…
“Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor. Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek… Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar. Kendileri için yapılan fedakârlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar. İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı. Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar. Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar. Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar. Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz. Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum. 20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak? Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek? Evlerini nasıl idare edebilecek? Ülkeyi nasıl yönetecek? Vatanı nasıl savunup can verecek? Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim. Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber. Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz. Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar. Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar. Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye. Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar. Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar. Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz. Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor. Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar. Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan, ölen insanları umursamıyorlar. Acımıyorlar… Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın…”
Maarif Müfettişi Doğan Ceylan devletimizin bu sorunu derinden hissedip, çözümü için ciddi çalışmalar yapılması gerektiğini belirtiyor, okulların duygu eğitimi konusunda rollerinin artırılmasını öneriyor ve ülkemizin geleceği adına hissettiği tehlikenin büyük olduğunu söylüyor.
Aile reisi olmuş adamlar çocuklarının canına kıyıp intihar ediyor, kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor, sokak ortasında hızlı yürümüyor diye kucağında çocuğuyla eşler tekmeleniyor…
Anneler, babalar, dedeler, nineler, kardeşler...
Müfettiş Doğan Bey’in yüzümüze tuttuğu aynada kendileriyle birlikte ciğerparelerini ve içinde yaşadığımız âlemi gören herkes sıcak gündemlerin etkisinde kaybolmadan bu faturadaki payının ne kadar olduğuna bakmalı.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 04 Ocak 18