Renk körlüğü gibi bir rahatsızlığımız mı var yoksa renkler mi kayboldu? Körlük nedir?
Asıl körlük görme organımızın işlevini yitirmesi midir? Kıtalar dolaşsak, buna evet diyebilecek birini bulamayız her halde. Öyleyse asıl körlük biyolojik değil, ideolojik körlük olmalıdır; çünkü görme engeli olan biri hiçbir şeyi görmezken diğeri yalnızca ideolojisinin penceresinden görünenleri görüp bunun dışında kalan koca bir evrenin yabancısı olarak yaşayacaktır.
Bu durum kendi aklımız ve irademizle kendimizi daracık bir dünyaya kapatmak değil de nedir? İsmail Kılıçarslan 6 Ekim günü yayımlanan ‘Hayatı İnkâr Etmemek’ başlıklı yazısında bir “sosyal sıkışmışlık”tan bahisle kasım ayında yayımlanacağını haber verdiği Kara Dursun adlı hikâyelerinden söz ediyor ve “Şimdi bunları anlatsam nasıl anlaşılırım acaba?” diyerek bir şekilde anlatmadığı bütün öykülerini anlattığı hikâye kişilerinden bazılarının adlarını veriyor. Aslında ilginç olan bir şey yok.
Yazara göre ‘hayatı inkâr etmemek’ gerek; çünkü ‘yaşantının kendisi, her türlü ideolojik formasyondan daha kıymetlidir.’
Bu yazıda yazarın şu cümlelerle yaptığı harika tespitleri renklerimizi nasıl kaybettiğimizin izahı gibi okudum:
“İdeolojik yönelimlerimiz ve hatta politik tercihlerimiz en çok bizi biz yapan her neyse onu yok saymamıza yarıyor. Olmadığımız, olamayacağımız biriymiş gibi davranmamızı sağlıyor. Çünkü o çarpıtılmış aidiyet hissi aynı zamanda bazı şeyleri yok saymamızı gerektiriyor. Bilgisayar diliyle söyleyecek olursak, ideolojik yönelimlerimizi ve politik tercihlerimizi bir virüs koruması gibi kullanıyoruz. Böylelikle kendimize tuhaf ötekiler icat edip tuhaf bir zihin konforu oluşturarak bir çeşit ‘güvenli alan insanları’ haline geliyoruz.”
Yazara göre, son yirmi yılda son derece hastalıklı şekilde ‘gündelik politik gündemin bütün hayatı kapladığı’ memleket, tuhaf bir kara parçasına dönüşmüştür. İşte bu halin renklerin kaybolmasında en büyük etkiye sahip olduğunu düşündüm.
Şu örnek ‘ortak iyi’ denilebilecek figürlerin nasıl kaybolduğunu anlattığı kadar kaybolan renklerimizin de hazin hikâyesiydi bana göre:
“Hele Gezi olayları sonrası neredeyse büyücek bir akıl hastanesine dönüştü memleket. Yüzde sekseni, yüzde doksanı birbirine benzeyen insanların yaşadığı Türkiye’de artık “herkes kendi mahallesinde yaşasın” cümlesi hüküm sürüyor. Kimsenin birbirini gerçekten dinlediği, gerçekten anlamaya çalıştığı falan yok. Temel önyargılar üzerinden ilerleyen tıkız bir politik gündeme hapsettik kendimizi.”
“… Kimsenin birbirini dinlemediği ve bir çeşit “karşıt kamp düzeni”ne geçilen bir ülkemiz oldu Gezi Olayları sayesinde. Ardından gelen darbe girişimleri falan derken neredeyse herkesin birbirine güvenini kaybettiği bir vasatımız oldu.” Hayatı İnkar Etmemek Yeni Şafak, 06.10.18
Kılıçarslan bir suçlu aramaz, iki renkli bu tabloyu el birliği ederek hep beraber hayata geçirdiğimizi, suçu omuzlarımızdan atma çabalarının boşuna olacağını belirterek bundan sonrası için özlemini şairane denilebilecek sorularla dile getirir, bunun olmasını da imkânsız görmez:
“Bundan sonrasını nasıl yapacağız? Nasıl yapmalıyız? İçinde “ihanet, cehalet, düşmanlık” geçmeyen bir şarkının notaları olmayı başarabilecek gücümüz var mıdır?”
Dünya savaşlarıyla koca evrenimiz açgözlü zorbalar, sömürgeci zalimler tarafından iki kutuplu hale getirilmeden önce renkler vardı kirlenmemiş coğrafyalarda göz alıcı, gönül okşayıcı renkler… Birçok rengin bir aradaki uyumundan oluşan güzellik renk cümbüşü tamlamasıyla dile gelirdi. Yele karşı oturan yârin kokuları elvan elvan gelirdi Karacoğlan’a
Şimdi onlarca belki yüzlercesinden kala kala ikisi kaldı. Siyah-beyaz. Belki var; ama neredeler bilmiyor, görmüyoruz, görsek adı ne neyin nesi seçemiyoruz artık.
Cami önlerinde, köy odalarında, kıraathanelerde, evlerin tahta sedirlerinde sözü sohbeti dinlenir Ali Emmiler, Bekir Çavuşlar, Kör Recepler, şakalarıyla mahalleyi günlerce kahkahaya boğan Abbak Dedeler, önlerinden geçilmesi saygısızlık kabul edilen dirayetli büyükler, Şerife Bacılar, Rukiye Analar nerede? Her birinin kendilerine has; ama farklılıkları özlenen, birbirini tamamlayan ne güzel renkleri vardı!
Kayboldular.
Renkler de kutuplaştı sanki onların kayboluşuyla.
İşte o gün bugündür her şey daha zevksiz.
Dünyamız hiç bu kadar iki renge mahkûm olmadı.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal
12 Ekim 18