Türk Dil Kurumu Ankara Üniversitesi ile iş birliği yaparak bir milyon kişinin katıldığı oylama sonucu 2024’ün kelimesini seçmiş.
Habere göre ‘dijital yorgunluk’, ‘merhamet’,‘yabancılaşma’,‘yozlaşma’, ‘yapay zekâ’, ‘algoritma’ gibi yedi söz belirlenip oylamaya sunulmuş ve bunların arasından ‘kalabalık yalnızlık’ en çok oyu alarak yılın kelimesi seçilmiş.
Habere göre ‘sosyal medya ortamında takipçi, beğeni sayılarının önem kazanması, sözde ‘kalabalık’ bir ortam oluşturması, ‘yalnızlık’ hissine çözüm gibi algılansa da aksine bu duyguyu artıran bir sonuç doğuruyormuş. Dijital dünyanın önerdiği gelip geçici ilişkiler, yalnızlık hissini derinleştirmeye neden oluyormuş. Hayatın artan hızı ve buna bağlı olarak artan insan hareketliliğine uyum sağlamakta zorlanan insanlar arasında toplumsal bağların zayıflaması gibi başat faktörlere bağlı olarak da bireyler kendilerini kalabalıklar içinde büsbütün yalnız hissediyormuş.
Haber böyle…
Katıldığım, doğru bulduğum tarafları var elbette. Biliyoruz ki her ne kadar kalabalıklar içinde olsak dijital dünyada seyahatlere başladığımızdan beri yakın çevremiz ve nihayet dış dünyamız ile aramızda garip bir izolasyon oluştu. Çocuklarımız ve torunlarımızla bile dijital duvarlar var aramızda. Çoğu zaman bu duvarları aşamıyoruz. Komşuluk, arkadaşlık ilişkilerimiz, yüz yüze sohbet ve muhabbet ortamında gelişip güzelleşen şifahi kültürümüz ciddi kayıplara uğradı. Evlerimizde, kahvelerimizde, cami avlularında anlattığı hikâyelerle, yaptığı latifelerle varlığı aranıp özlenen neşe kaynağı insanlarımız bir birçekilip gittiler. Bıraktıkları boşluklarda yoz bir kültürün ayrık otları bitti.
Katılmadığım tarafı TDK’nin yılın kelimesi için yaptığı seçimde belirlediği kelimeler arasına ‘zulüm’ kelimesini koymaması oldu. Konulsaydı kanaatime göre oylamaya katılan insanlaraçık ara onu seçerlerdi Filistin’de, Suriye’de, Yemen’de, Afrika’da, Doğu Türkistan’da her gün yüzlercemasumun hunharca katledildiğini görüp dururken.
Yılın son haftasının flaş haberi ile toplumsal farkındalık oluşturulmak istenen konuyu yıllar önce en yalın haliyle şu şekilde sunmuşum dostlara:
YALNIZLIK
“Aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra yeniden deneyiniz!”
“Sohbet” ve “muhabbet” kelimelerini çok kullanıp de gerçekte sohbet ve muhabbetin çok uzağına düştüğünüzü düşündüğünüz olur mu bazı anlar?
Cahit Sıtkı “Gittikçe artıyor yalnızlığımız demişti yıllar önce Otuz Beş Yaş şiirinde. Şair, yalnızlık hissinin artmasını farklı bir bağlamda, hayata beraber başladığı dostlarıyla yollarının bir bir ayrılışında görse de bir bakıma günümüz insanının ahvalini de bana göre çok güzel ifade etmiştir. Bugün kalabalıklar içinde yalnızız ve yalnızlık Yaban yazarı Yakup Kadrinin tanımladığı gibi ‘dinmeyen bir sızıdır.’
Baş döndüren bir hıza ulaşan iletişim çağında, isterse anında dünyanın her bir yeriyle haberleşebilme imkânı sunabilen araçlarını kullanan bu çağın insanlarının yalnızlıktan söz etmelerini nasıl anlayalım?
Yalnızlığı en çok hissedenlerin yaşlılar ve kimsesizler olduğunu bilirdik. Mesela Mehmet Akif’in Seyfi Baba şiirindeki yetmiş beşini geçen ihtiyarın ziyaretine gelen dostuna anlattıklarında durum böyleydi:
“…
Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman
Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman
Eli ekmek tutacak! İşte saat belki de üç
Görüyorsun daha gelmez... Yalnızlık pek güç.
Ba’zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!”
Seyfi Baba’nın o tanıdık yalnızlığından çok farklı yalnızlıklar gelip çattı hanelerimize her şeyin en modernini kullanmaya endeksli yaşamaya alıştırıldığımız şu son zamanlarda. Modern mekânlara ve imkânlara kavuştuk; fakat bunun yalnızlığımızı artırmaktan başka bir işe yaramadığında hemfikir psikologlar, uzmanlar…
Bırakalım aynı şehirde, aynı mahallede olmayı aynı apartmanda yaşayanların bile birbirlerinden habersiz oldukları konuşulmuyor mu yalnızlık söz konusu olduğunda? Bir şekilde dost bildiğimiz kimselere ulaşmak istiyoruz da iletişim hatlarında bir problem olduğu için mi ulaşılamıyor yoksa arızalar iletişim hatlarında değil de gönüllerde mi?
Aynı dili konuşanların değil aynı duyguyu paylaşanların anlaştığını söyleyen Mevlana yerden göğe haklı elbette; lakin bugün derdimizin en deva bulmazı konuşamamak. Konuşmuyor yahut konuşamıyoruz. Dedim ya sohbet ve muhabbet kelimelerini kısa mesajlara havale ettiğimizden beri tuhaf bir o kadar da yalnız kimseler olup çıktık. Dedelerimiz hallerimizi görme imkânı bulsa anında deliler olduğumuza hükmederlerdi herhalde.
Saki ölmüşüz de sonrasını yaşıyoruz Cahit Sıtkı’nın anlattığı biçim:
“Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak..
Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;
Yok bizi arayan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda aksimizden eser yok.”
Yalnızlık dendi mi Fuzuli’nin ‘gayrı’ redifli gazelinde söylediklerinden daha etkilisi seslendirilmemiştir derim:
“Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı”
Bugünün yalnızlığı kimsesizlik değil. Her türlü olumsuzluğa ve nihayet hastalığa davetiye çıkaran bir sürüklenişten söz ediyorum. Vaziyet vahim!
Aradığınız kişiye şimdi ulaşılamıyorsa, ulaşmanın başka yollarını deneyelim.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal/ 26 Ekim, 2017 Güncelleme 30.12.24