Beyler malumunuz olduğu üzere İslâm, öncelikle kişinin kendisini arındırmasını, kendisine sunulan hayatı tertemiz geçirmesini önemser. Daha sonra kişinin sorumlu oldukları konusunda tavsiyelerde bulunur. Rabbimiz (c.c.) Tahrim6’da şöyle buyurmaktadır.“Ey iman edenler. Hem kendinizi hem de ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan o müthiş cehennem ateşinden koruyun…”Bu emir gereği her bir bireyin gözetimi altındakilerini sorumluluk bilinci ile yetiştirmesini emretmekte ve bu emir gereği de, kişinin kendisini koruduğu gibi eş, çoluk, çocuk ve yakın akrabalarını da kapsayan bir “İyiliği emir, kötülükten nehiy” çerçevesinde bir büyük sorumluluk altında olmalı. Çünkü Emr-i bi’l-ma’rûf üzere hareket etmek kötüve kötülükleri yok etmek anlamına gelmemekte olduğundan çaba göstermeli.
Tıpkı Nebi (s.a.v.) ve ashabının gerek Mekke’de ve gerekse Medine’de yapılan her türlü cehaletin, zulüm ve eziyetininsanları felaha ulaştırmayacağı bunların tamamının fısk, şirk ve zulüm olduğu, böyle bir anlayışın hüküm sürdüğü dönem reddedilip yerine yüce dinimiz İslam dinini kabul ve ikamesinin gerekliliği Mekke ve Medine döneminde vurgulanmıştır.
Dolayısı ile çağımızda yapılmaması gereken her türlü cürüm ve fıskı üreten bataklığın tenkid ve eleştirisi yapılmalıdır. Gerektiğinde o bataklık ve bataklığın ürettiği sivrisineklerle mücadele etmek her müslümanın asli görevleridir.
Bu görev diğer tüm resul ve nebilerinde mücadele metodlarında aynı temel ve kararlılığı görmek mümkündür. Mesela Nuh (a.s.)’dan, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa, İsa (a.selamlar) ve nihayet Muhammed (s.a.v.)’de dâhil hepsi de aynı hakikati ısrarla dillendirmiş ve yaşanan zulmü, yoksulluğu, sapkınlığı, temelden tavizsiz mücadele etmişlerdir.
Ne acı ki, günümüzde o helak olan kavimlerin helak sebeplerinin tümü belki de çağdaş adı altında işlenmekte olup insanlar ise nemelazımcılıkla hareket etmektedirler.
Mesela günümüze baktığımızda bugün batı teknolojik imkânların, paranın, statünün, silah ve gücün her şeye hâkim olduğu bir azgın azınlığın tahakkümü altında yozlaştıkça dibe vurmuş vaziyettedir. Batıya hayran dünya ülkeleri ve İslâm ülkelerinin insanları da aşağılık kompleksi ile batının artık kültürü ve imkânları ile kör taklidin zilletini yaşamak için can atmaktadırlar. Hemen her alanda taklidin ve maymunlaşmanın tezahürlerini çevremizde görmekteyiz. Ve helak edilmiş kavimlerin toplamda tüm icra ettikleri kötülükler maalesef moda, nefsani arzu ve istekler doğrultusunda yapılmaktadır. Özellikle cadde ve sokaklardaki, kıraathanelerdeki, park ve eğlence yerlerindeki olan bazı genç nesillerin hali gelecek açısından çok düşündürücüdür.
Özgürlük adına çıplaklığın, ahlâksızlık ve seviyesizliğin zirvesi yaşanmaktadır. Maalesef bu nesiller bir kuşak öncesi dindar bir ana babanın çocuklarıdırlar. Dindar nesiller yetiştirme iddiasında bulunanların eseri bu kuşak okullarda, yollarda parklarda, kafe ve lokantalarda gördüğümüz kadarı ile ahlâksız, saygısız, asalak, tembel, mide ve şehvetlerinden başka düşüncesi olmayan idealsiz bir nesil haline geldi. Yani yaşadığımız dünyada başta batı olmak üzere helâk edilmiş geçmiş kavimlerde bulunan her türlü isyan ve cürüm şu anda çağımızda mevcuttur.
Bu gelinen durumun sebebi ve sorumlusu ise başta Allah’ı devre dışı bırakmayı, O’nu hayata karıştırmamayı esas alan ve vahyi reddeden, hayattan uzaklaştıran, hevayı ilahlaştıran beşeri sistemlerdir. Bunların düzelmesi, ıslahları için topyekûn mücadele de Kur’an ve Sünnet ışığındatavizsiz, net bir mücadele ile mümkün olacaktır.
Muhterem Prof. İhsan Süreyya Sırma hoca efendiden (Allah ondan razi olsun.)doğrular sansürlerin arkasında kalmamalı. Bilenler bilmeyenlere öğretmek, göremeyenlere göstermek ile mükelleftirler. Hüsn-i akıbetleri için kendisini feda etmesi ilminin zekâtıdır. Cüneyd-i Bağdadî (r.a.) Hz.leri ne güzel söylemiş, sen halktan gerçeği gizledin, onlar seni şeref mevkiine oturttular. Ben ise onlara gerçeği söyledim, beni taşladılar. O zaman beyler, bizlerinde manevi taşlanmamız için sorumluluğumuzun bilincinde olup gereğini yapmamız gerekmektedir.
Yoksa bakınız Rabbim muhafaza eylesin. Rivayete göre, cehenneme gidenler hüngür hüngür gözyaşlarıyla ağlayacaklar. Cehennemin yöneticisi olan Mâlik o cehennemliklere şöyle diyecek ey cehenneme duçar olanlar burası ağlamanın yeri değil. Ağlamanın yeri dünyaydı dünya. İbadetlerin yeri orada yani dünyada olacak. Hz. Ali (r.a.) ne buyuruyor. “Bu dünyada amel var hesap yok. Ahirette ise hesap var amel yok.”
Beyler anlatırken ağlarım diye anlatamadığım çok şey var. Kirpiklerime kadar gözyaşı ile doluyum.Duygularımı cümlelerimi tamamlamaya yetmiyor bile.
İtiraf edelim ki, dünyalık evler büyüdü amma aileler küçüldü, zekâ arttı amma vicdanlar azaldı, uzay yakın oldu, amma komşuluklar uzak oldu, iletişim araçları arttı amma muhabbetler azaldı, ilaçlar kolay bulunur oldu amma hastalıklar çoğaldı, bilgi arttı amma insanların bir birine olan güven azaldı. Benler büyüdü, amma bizler azaldı hani kıyamet gününde kula derler KIYAM ET AYAĞA KALK. Aman ya rabbim bizleri insan olarak haşret. Eski ümmetler gibi yaptıkları hatalardan dolayı insanların suretleri değişirdi. Bizleri insan olarak haşret Allah’ım. Her ne kadar “kellim kellim la yenfee” olsa da.
Ya rabbi. Hz. Musa (a.s.) sana hangi isminle seslendi de sen ona koca denizi ikiye böldün işte bizde o ismin hürmetine bütün kapanmış olan kapılarımızı, yollarımızı, şuurumuzu, birlik ve beraberliğimizi aç Allah’ım. Kaim ve daim eyle Allah’ım. Âmin.
Yusuf ÇAKICI
Seydişehir/ KONYA