‘Derin Tarih’ dergisinin Mayıs 2016 tarihli ellinci sayısı var önümde…
Üstad’ın kapağa yerleştirilen alnında ve yüzünde biriken derin çizgiler ve sakallı haliyle hatırladığımız resmi üzerine yerleştirilen‘Tarihle hesaplaşan adam’ başlığı ile Necip Fazıl özel sayısı gibi çıkmış. 100. yıldönümünde İngilizlere karşı kazandığımız Kutü’-Amare zaferine, Fatih Sultan Mehmed’in, hocasıAkşemseddin’e yazdığı mektuba ve daha birçok konuya da yer verilen oldukça hacimli bir sayı bu.
Necip Fazıl’ın biyografisini yazan Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden hocam Prof. Orhan Okay’la yapılmış bir söyleşi, Üstad’ı anlatan yazılar ve resimlerle dergi gerçekten ‘iyi ki alıp saklamışım’ ifadesini fazlasıyla hak eden bir albümdü gözümde.
79. sayfada Suat Ak imzalı bir yazı‘Anadolu’yu kürsüden Fethetti’ başlığı ile sunulmuş okurlarına. Yazarın Üstadın edebiyat ve fikir dünyamızdaki yerini dile getirdiği şu cümleleri vefatının yıldönümünde bir faniyi anarken başka söze hacet bırakmayacak ölçüde yapılabilecek çok değerli bir tespitti benim için.
“Bazı insanlar vardır, buzdağı gibidir; meşguliyetlerinden başlarını kaldırmadan sükût dehlizlerinde kendi başlarına çabalarlar. Eğer entelektüel bir kimlikleri varsa tarihe bir not bırakmak gayreti içinde akıp giden zamanın realitesine daha ziyade odalarının penceresinden şahitlik ederler. Bazı insanlar da volkan gibidir; çok derinlere uzanan hissiyat damarlarından içlerindeki varlık ateşini püskürtmeden yaşayamazlar. Sürekli infilak eder ve her patlamada kendi kıymet ölçüleriyle çevrelerini tesir ve hakimiyet lavları altında bırakırlar. Necip Fazıl Kısakürek ikinci zümrenin en ileri numunelerindendi.”
Yıllar su gibi akıp gidiyor. Vefatının 41. yıl dönümünde Üstad’ı rahmetle anarken bu yazımda onun emsalsiz kişiliğini ve zekâsını ele veren birkaç hikâyeciğe yer vermek istiyorum…
Üstad’a sorarlar: “Üstad özel arabanız yok mu?”
Keskin zekâ küpünün verdiği cevap hikmet doludur:
“Ona en son bineceğiz.”
Necip Fazıl bir gün vapurla Karaköy’e geçerken yanına biri yaklaşır:
“Üstad, peygamberlere ne gerek var, herkes yolunu kendi bulamaz mı? Diye bir soru sorar. Şair okuduğu kitaptan kafasını kaldırmadan:
“Ne diye vapura bindin, yüzerek geçsene karşıya” cevabını verir.
Bir gün öğrencilerinden biri Necip Fazıl’a der ki: Hocam, bir rüya gördüm, bütün bitkiler, ağaçlar Allah’a secde ediyordu, bir tek tütün secde etmiyor, karşı çıkıyordu. Üstad, aklı sıra tiryakiliği sebebiyle dalga geçmek isteyen bu gence şu karşılığı verir: “Getir o kâfiri yakalım!”
***
Üstada bir konferans sırasında bir genç sorar:
-Osmanlı emperyalist değil miydi?
Cevap dikkate şayandır:
-Evladım eğer Osmanlı emperyalist olsaydı şu anda bu soruyu Fransızca değil Türkçe sorardın.
***
Bir gün büyük şair Necip Fazıl Kısakürek kendisine: İslamiyet denince burnuma ayak kokusu gelir! ‘diyen ihtiyar gazeteciye;
''Senin o burnuna gelen, İslamiyet’in değil; kendi ciğerinin pis kokusudur. Sen bir mücerredi, bir müşahhastan ayıramayan ahmaksın!'' der.
***
Necip Fazıl yolda yürürken birisi ayağına çarpar ve yoluna devam eder. Necip Fazıl'ın karşılık vermediğini gören arkadaşları sebebini sorarlar. Üstadın cevabı hazırdır:
"Sizi bir hayvan tekmelemiş olsa ne yapabilirdiniz?"
***
Bir gün büyük şair Necip Fazıl Kısakürek'e sahilde rastlayan bir hayranı: ''Üstad, senin bütün mücadelelerin güzel, hizmetlerin eşsiz ama şu …tarafın olmasa diye tenkit eder. Bunun üzerine Necip Fazıl tebessüm ederek: ''Şu Boğaz’dan geçen lüks ve güzel gemiyi görüyor musun? Bak ne kadar lüks ve konforlu değil mi? İşte böylesine lüks geminin tuvaleti de vardır.'' der...
Millete mal olan birinden güzel emsalsiz şiirleri, her biri bir sanat şahikası olan tiyatro eserleri, hikâye, roman, tarih, makale, anı gibi edebiyatın birçok dalında eser vermiş, sözün ve söyleyişin piri Üstad’ı anlatmak o kadar kolay değil.
Bir ömür ‘fikir çilesi’ çekmiş, inandığı doğruları anlatabilmek için her yolu denemiş, zorluklar karşısında asla yılgınlığa düşmemiş bir mütefekkir şair Necip Fazıl Kısakürek’ten öğreneceğimiz çok şey var.
Üstad’a göre işin özü ve esası şudur:
“Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...”
Ve her fani gibi geçip gittiği yollarda silinmez izler bırakıp giden şair için ölüm ‘güzel’dir:
“Ne görsem ötesinde hasret çektiğim diyar.
Kavuşmak nasıl olmaz mademki ayrılık var.”
Nihayet;
“Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber”
Üstad’ı anmak, ‘Nur Irmağı’nda yıkanıp nur harmanında başaklar toplamak bana göre.Kubbemizde bir hoş sada bırakıp gidenlere selam olsun.
Mekânı cennet olsu!
Hacı Halim Kartal,27 Mayıs 2024