"Ölümü yastığının altında bil, sabah kalkınca da, karşında" demişVeysel Karani (K.S.)
Oysa biz, dünyayı kendimizin sanıyorduk. Ebedi bir âlemde yaşıyor gibi ve hiç ölmeyecekmişiz gibi davranıyorduk.
Aklımıza gelen her şeyi dizi dizi çıkarıyorduk dilimizden.
"Allah yarattı" demiyorduk. Vuruyorduk, kırıyorduk, sövüyorduk, dövüyorduk önümüze geleni, önümüze gelene... Görmediğimize görmüş muamelesi yapıyorduk, bilmediğimize bilgiçlik taslıyorduk. Gıybetin bini bir para, iftiranın haddi hesabı yoktu.
"Kul hakkı nedir?", "Adalet nasıldır?", "Hakkaniyet ölçüsü diye bir şey var mıdır?" bizi hiç ırgalamıyordu.
Sevmiyorduk ya onu, "Hakkında ne kadar kötü şey söylense doğrudur." diyorduk, seviyorduk ya onu, üstüne toz kondurmuyorduk.
Onun insanlığından daha ziyade inanışlarına, inanmayışlarına, düşüncelerine, dünyaya baktığı açının yönüne göre değerlendiriyorduk. Partisi bizim için daha önemliydi. "Bizdense iyiydi", "bizden değilse kötüydü." Tüm değerlendirme kriterimiz bundan ibaretti.
Hâlbuki kırıp döktüklerimiz, iyi insanlardı belki, belki de kötüydüler... "Kötü" neydi, "iyi" ne demekti? Belki de o yardım severdi, kimsenin hakkında kötü düşünmezdi, dedikodu etmezdi, "saygısızlık", "sevgisizlik" gibi nahoşluklar yazmazdı onun kitabında. Ama olsun, "dünyaya benim baktığım yerden bakmıyordu" ya o yeterdi haddini bildirmek için.
"Hiç ölmeyecekmiş" gibi davranıyorduk. Dedim ya bir baksana, ölürken birbirimizden hiç farkımız yokmuş meğerse...
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiretin için çalış” diyen bir peygamberin sözünü bile yanlış anlıyorduk.
Hani biz başkalarından çok farklıydık? Baksanıza, gıkımız çıkmıyor ölürken... Kimsenin sözünü bile kesemiyoruz artık, sesimizi yükseltemiyoruz. Kibir abidesi gibiydik ya hani? Hani başımızı başka yerlere çeviriyorduk birsiyle konuşurken? Artık başımızı da çeviremiyoruz.
Paramız vardı, malımız, mülkümüz vardı. Onların bizi 'kıymetlendirdiğini', 'farklı kıldığını' düşünüyorduk. Bak onlar bile bizden uzaktalar şimdi.
Hep biz seçerdik oysa. Kısacık tatlar veren, küçücük lezzetleri olanı, yatacağımız yeri, oturacağımız mekânı kısaca her şeyi biz seçerdik. Şimdi ebediyen kalmak için gireceğimiz toprağı, mezarımızı bile başkası seçiyor.
Belki de yaşarken kalplerini kırdıklarımızdan oluşuyor, şu arkamızdaki kalabalığı oluşturan insanların çoğu. Şu an bizi uğurlamaya dahi gelmeyenler yüzünden kalbini kırdıklarımız dua ediyorlar ardımızdan.
Başkaları yüzünden kalbini kırdıklarımız hatırladılar bizi, onlar üzüldüler bizim için. Ardımızda kalanları teselli edenler de onlar, taziye için geride bıraktığımız kapımızı çalanlar da...
Ah ah! Keşkeler boşa, pişmanlıklar beyhude şimdi.
"Bana ne ondan bana ne şundan, benimle mi kazandılar?" diyerek biriktirip, kimseyle paylaşmadığımız mallarımız da pay edilecek... Belki de kavgalar çıkacak, kendimize iyilik olsun diye biriktirdiklerimiz yüzünden kan gövdeyi götürecek, ardımızda kalanlara, öldükten sonra bile kötülük edeceğiz böylece...
Değdi mi şimdi?
Ah, ah! Keşke iyilikler biriktirseydik. Keşke ardımızdan kavga ettirecek şeyleri değil de örnek gösterilecek, geride kalanlara huzur ve mutluluk getirecek şeyleri biriktirseydik. Keşke, lüzumsuz konulardan, lüzumsuzluklarımızdan dolayı yaşanan kavgaların yerinde içtenlikler, sevgi tohumları yeşerseymiş, keşke o tohumları ekip öyle gitseymişiz gittiğimiz yerlere. Ne yazık ki artık beyhude çırpınışlarımız...
Kim bilir şimdi neredeyiz? Bizi neler bekliyor? Kimler karşılayacak, kimler hesap soracak bizden? Kimler savunmamızı alacak, kimler savunmamızı yapacak kimler şahit olacak kimler teselli edecek?
Artık kimseye bilgiçlik taslayamayacak, kimsenin günahına giremeyecek, kimseyi ardından da, karşısından da suçlayamayacağız.
Ölüm varmış meğerse...