Her dün sosyal medya denen mecralardan yüzlerce, binlerce mesaj akıp geliyor telefonlarımıza. Doğumlar, ölümler, zulümler, gezilerden izlenimler, eski resimlerde yaşamaya devam eden faniler…
Birçoğunu görmüyoruz, bazılarından kimi arkadaşlarımızın veya yakınlarımızın hatırlatmasıyla haberdar olabiliyoruz.
Geçen gün, kimin paylaştığını bilmediğim bir mesajı dikkatimi çekmiş ki önümdeki gazetenin bir kenarına yazmışım. Arkadaş, son zamanlarda yaşadığımız (sosyal, kültürel ve hatta iklimsel) büyük değişimleri üç mısra ile anlatıp bir dua ile de bitirmiş. Belki görmüşsünüzdür, mesaj şu:
“Yazı kışı belli olmayan yıllar geldi,
Kadını erkeği belli olmayan kullar geldi;
Yıl azdı, kul azdı.
Allah sonumuzu hayr eylesin!”
Şubatın ikinci yarısını geçip neredeyse cemrelere yaklaştığımız şu günlerde bu değişimi her yerde gözlemlemek mümkün.
Bunda on iki yıl önce bir şubat ortasında karlar altındaki Seydişehir’de görüp hissettiklerimi yazdığım ‘Şubat Ayı Kış Yelini Kovarken’ adlı(14 Şubat 2012) tarihi yazımı hatırladım. Nostalji gibi…
“Güneşi nasıl da özlemişiz. Yolların kaldırımlara yakın yerlerini uzunca bir süredir zapt eden karların yavaş yavaş eriyip azaldıklarını gözlemledim bir öğle sonu eve dönerken. Arzımızı kaplayan beyaz örtüde henüz büyük açıklıklar yok. Bu nedenle Karacaoğlan’ın tasvir ettiği Çukurova’nın güzelliklerine benzer manzaraların şimdilik epeyce uzağındayız. Hani her yıl, mevsim kıştan bahara evrilirken bir şekilde hatırladığımız Karacaoğlan şiirinde anlatılan Çukurova doğasının…
“Çukurova bayramlığın giyerken,
Çıplaklığın üzerinden soyarken,
Şubat ayı kış yelini kovarken,
Cennet dense sana yakışır dağlar.”
Şubat ayı yurdumuzun güneyinde kış yelini kovmuş olabilir. Bizim buralar, dedim ya, şimdilerde tek renk. Dağlar karlar altında da çok güzel. Bildiğimiz, şimdi bu beyaz örtünün altında müthiş bir bayram hazırlığı olduğu… Sahneye en önce kardelenler, ardından da sarılı morlu çiğdemler çıkacak. Önemli olan da bu değil mi? Yeter ki sağlık olsun. Aşığın dediği gibi: “Nasıl olsa kışın sonu bahardır…”
Ama henüz kıştayız. Şimdi birçok yerde onun saltanatı var. Her saltanat gibi hükmünü yürütüyor. Şimdi söz onun. Kendi lisanıyla sabrı öğretiyor insanlara. Sabrı ve sükûneti… Her şeyin bir zamanı var elbette.
Sözün burasında şairlerimizin kara, kışa dair düşünce ve duygularına kulak vermek gerektiğini düşündüm. Bazı şeyleri tam zamanında yani yaşarken hissedebilmek için sözün ustalarından öğreneceğimiz çok şey var.
Kar Şiiri
“Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın” Sezai KARAKOÇ
KAR Altında Hüzün Denemesi
“Dünyanın en uzun hüznü yağıyor
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun
Belki bulmaya gidiyorsun kaybettiğimizi
O insan ve tabiat çağını” Erdem Beyazıt
Kar
“Kar var yaşadığımız günlerde.
Umutsuzluk çevremizi kuşattı,
Kıtlık kıran gündemde.
Yine de ele güne karşı,
Özenle saklıyorum yüreğimde
Sana duyduğum aşkı,
Dört yanım kar içinde.” Metin Altıok
Şairlerimizin “kar” temalı şiirlerinden yaptığım bu seçkiyi dilek ve temenniler niyetine Ataol Behramoğlu’nun aşağıdaki dizeleriyle bitiriyorum.
“Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Yağdı kirpiklerine bir kızın
Yağdı mavi bir nehre
Saçlarıma yağdı
Otobüslere
Ağaçlara
Evlere.
İçimden okşadım onu.
…
İstedim ki
Daha güzel
Olsun şu dünya.
İstedim ki
Beyaz
İpek gibi yağan karın altında
Bitsin artık
Bu sürüp giden alçaklıklar.
Bir bebek
Ölüm tehdidi altında yaşamasın
Beşiğinde.
Ve paramparça olmasın
Sımsıcak
Capcanlı
Yaşayıp giderken insanlar.
Bırakın, beyaz
İpek gibi yağan karın altında
Hayallerimiz olsun.”
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 19.02.2024