Tasasız, gamsız, musibetsiz ve kaygısız günlerimiz birbirini kovalayıp duruyorsa bir sıkıntı var demektir. Allahın imtihan sahasında bizi sınamadığı günler, haftalar, aylar, hatta yıllar geçip gidiyorsa dönüp kendimize bir bakmamız gerekmektedir. Davamız Allahın rızasını kazanmak ve Cennet ortaya yerde durduğu halde ona kazanma adına hiçbir gayretimizin, çabamızın, azmimizin olmaması uykumuzu kaçırması gerekirken, rahat hareketlerimiz hayretleri celp etmektedir. Allahu tela ayeti kerime de dünya imtihanımızla ilgili şöyle buyurmaktadır. "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele." (Bakara-155)
Üzülerek belirtmemiz gerekir ki, yaşadığımız çağ tam bir atalet çağı olmuş. Az bir gayretle elde edilen kazanımları bile neredeyse hiçbir şey yapmadan kazanmak istiyoruz. Aslında maddi anlamda çaba ve gayret gösterdiğimiz yadsınmaz bir gerçek, ancak benim kastım manevi kazanımlarla yani aziz İslam davası ile ilgili biraz. Dinimiz İslam’ınkadru kıymetini yeterince biliyor muyuz acaba.?
Bu elmas ve mücevheri miras aldığımızdan dolayı açıkçası bedelsiz, zahmetsiz ve külfetsiz bu sermayeye konduğumuzdan dolayı yeterli ilgiyi göstermiyor ve bedel ödemeye de yanaşmıyoruz. Bütün bunları düşünürken Mevlana’nın Mesnevisi’nden enfes bir hikâye ile karşılaştım sizinle paylaşmak istedim.
“Rivayetçiden şu hikâyeyi de dinle: Kazvinlilerin adetleridir; Vücutlarına, kol ve omuzlarına, kendilerine zarar vermeksizin iğne ile mavi dövmeler dövdürürler. Bir Kavzinli, tellağın yanına gidip “Bana bir dövme yap; fakat canımı acıtma” dedi.
Tellak “Söyle yiğidim; ne resmi döveyim?” diye sorunca “bir kükremiş aslan resmi döv” dedi; Talihim aslandır, onun için aslan resmi olsun. Gayret et, dövmeyi adamakıllı yap!” Tellak “Vücudunun neresine döveyim?” dedi. Kavzinli“İki omzumun arasına”” dedi.
Tellak, iğneyi saplamaya başlayınca yiğidin sırtı acımaya başlayıp, “Aman usta, beni öldürdün gitti. Ne yapıyorsun?” diye bağırdı. Usta “Aslan yap dedin ya” dedi. Kazvinli sordu:” Neresinden başladın? Usta “Kuyruğundan” dedi. Kazvinli dedi ki:” Aman iki gözüm, bırak kuyruğunu. Aslanın kuyruğu ile kuyruk sokumum sızladı, nefesim kesildi, boğazım tıkandı.
Aslan varsın kuyruksuz olsun. İğne yarasından yüreğime fenalık geldi, bayılacağım.”
Usta, “Kavzinli’yi kayırmadan, merhametsizce aslanın bir başka tarafını dövmeye başladı. Yiğit yine bağırdı “Burası neresi?” Usta: “Kulağı” dedi. Kazvinli“Bırak, kulaksız olsun. Orasını da yapma” dedi. Usta bu sefer başka bir yerine başlayınca Kazvinli yine feryat etti: “Bu üçüncü iğne de neresini dövüyor?” Usta:” Azizim, karnı” dedi.
Kazvinli“Fena acıyor, iğneyi bu kadar çok batırma, bırak, karınsız olsun” deyince Tellak şaşırdı, hayli müddet parmağı ağzında kaldı. İğneyi yere atıp “Âlemde kimse böyle bir hale düştüm mü ki? Kuyruksuz, başsız, karınsız aslanı kim gördü? Allah bile böyle bir aslan yaratmamıştır” dedi.
Bizim durumumuza ne kadar da benziyor değilmi kardeşler. Bizler de yarasız ve beresiz bir cennet talep etmiyor muyuz? Bizi sarsmayan, elimizi sıcak sudan soğuk suya koymadan, suya sabuna dokunmadan, bir eli yağda bir eli balda kalarak bir Cennet hayal ediyoruz değilmi?
Musab'ın Mekke'sini yaşayıp Medine'sine, Uhuduna karışmayan, ya da tam tersine Bilalin kızgın kumlarda ki Ehadine, Ramda işkencesine burun kıvırıp, Medine'de ki ezan okuyan hazine sorumlusu Bilal olmayı yeğleyerek. Veya Usri'yi yaşamadan Yusrayı hemen yaşamayı istemek gibi bir hataya düşerek. Mekke de imanın ateşten gömlek olduğu ortamlardan fersah fersah uzaklaşıp hemen Medine'ye Medinelere talip olmak. Medine de kolaylık var sanılarak tabi. Zira tüm sefer ve cihatlar Medinetün Nebi'de başladı. İslam’ın aziz tarihinde bütün olan bitenleri bir hikâye gibi algılayıp, orada ki sahabeyi ütopik ve ulaşılmaz efsanelere dönüştürme kolaycılığına kaçmak. Evet bütün bunlar bizim açmazlarımız. Ancak kendimize ve öz benliğimize dönüp şunları soralım.
Başımıza bu tür bela ve musibetler gelse; bizler bu acılara dayanabilecek dağ gibi bir imana sahip miyiz? Aynı Rızaya, aynı Cennette aynı nimete talip olan bizler zorluktan sonra kolaylığın geldiğinin farkına varabilecek miyiz?Hatta bırakalım böyle acılara göğüs germeyi, birbirimizi affedebiliyor muyuz.? Müslüman kardeşlerimizden kalp kıran bir söz işittiğimizde bunu bir gurur-onur meselesi yaparak günlerce hatta aylarca küs’mü duruyoruz?
Yoksa onurumuz ve gururumuz olan aziz İslam davasının selameti için kardeşlerimizden gelen bu mihnetleri halis bir niyetle af’ mı ediyoruz? Eğer ikincisi ise inşallah davamızda samimi olanlardanız. Allaha emanet olun.