Ahlakta, yaşantıda, ailede, siyasette, ekonomide ve cihadda Peygamberimiz’e (s.a.s) ne kadar benziyorsak Müslümanlık kalitemiz de o kadardır. O halde gelin kendimizi test edelim.
Efendimiz’e (s.a.s) en azılı düşmanları bile “sen insanlara söylediklerini kendin yapmıyorsun” diyemedi:
Müşrikler O’na kâhin diye iftira ettiler, mecnun diye iftira ettiler, şair diye iftira ettiler ama kimse onu “sen bize söylediklerini kendin yapmıyorsun” diye eleştiremedi. Çünkü O, insanlara ne emrettiyse onu ilk önce kendisi yerine getirdi. İbadette de ahlakta da, aile hayatında da insanlara ne söylediyse onu ilk önce kendisi yaptı. Eylem ve söylem birliği konusunda, iddia ettiklerini yaşayarak ispat etme konusunda O’nu en azılı düşmanları bile eleştiremedi.
Peki, biz ne durumdayız?
O’na (s.a.s) en azılı düşmanları bile “sen insanlara fedakârlığı teklif ediyorsun ama kendin konforu ve rahatı tercih ediyorsun” diyemedi:
Çünkü O, insanlara hangi fedakârlığı teklif ettiyse onu ilk önce kendisi yaptı. Bedir’e gidilirken binek yoktu. Üç kişi bir deveye sırayla biniyordu. Ben sizin peygamberinizim, bana özel bir deve ayırın demedi. O da Hz. Ali ve Ebu Lübabe ile birlikte üç kişi bir deveye sırayla bindi. Mola verildi, herkes bir şeyle uğraştı, kimi çadır kurdu, kimi ateş yaktı, O da ben de odun toplayayım dedi. Mescid yapıldı. Kimi harç taşıdı, kimi duvar ördü. O da ben de taş taşıyayım dedi. Hendek kazıldı, kimi hendeği kazdı, kimi taşları çıkardı. O da ben de toprak taşıyayım dedi. Asla bana özel bir yer yapın, dinleneyim. İş bitince de haber verin demedi.
Peki, biz ne durumdayız?
O’na (s.a.s) en azılı düşmanları bile “sen insanlara sabrı ve şükrü tavsiye ediyorsun ama kendin lüks ve israf içinde yaşıyorsun” diyemedi:
Çünkü ashabı hangi sıkıntıya katlandıysa o da aynı sıkıntıya katlandı. Siz mücadele edin. Ben size uzaktan dua edeceğim demedi. Arkadaşları işkence gördü, o da işkence gördü. Sırtına deve işkembesi konuldu, yollarına dikenler atıldı, çocuklara taşlatıldı. Arkadaşları aç ve susuz 3 yıl boykota tabi tutuldu. O da onlarla birlikte boykota tabi oldu. Arkadaşları açlıktan karınlarına taş bağladı, O iki taş birden bağladı. Onlarla birlikte aç kaldı. Onlarla birlikte üşüdü. Onlarla birlikte sevindi. Onlarla birlikte üzüldü.
Peki, biz ne durumdayız?
O’na (s.a.s) en azılı düşmanları bile “sen insanlara hakkı ve adaleti tavsiye ediyorsun ama kendin haksızlık ve adaletsizlik yapıyorsun” diyemedi:
Çünkü O, kanunları sadece zayıflara değil, güçlülere ve itibar sahiplerine de uyguladı. “Yanlış yapan kızım Fatıma da olsa elini keserim” dedi. Kimseye haksızlık yapmadı. Kul hakları konusunda helalleşmekten çekinmedi: “Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır! Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin, hakkını alsın! Sakın hak sahibi, şayet kısas talebinde bulunursam, ‘Rasûlullah bana darılır’ diye düşünmesin, dedi.
Peki, biz ne durumdayız?
O’na (s.a.s) en azılı düşmanları bile “sen insanlara yakınlarınızı kayırmayın diyorsun ama kendi akrabalarını kayırıyorsun” diyemedi:
Çünkü O, en ağır kıtlık ve yokluk zamanında kapısına gelen ve, “Ganimet mallarından bize biraz yardım eder misin babacığım” diyen biricik kızı Hz. Fatıma’ya bile, “Kızım suffa ashabı ve halk açlık ve sıkıntı çekerken ben sana hazine malından veremem” dedi. Çünkü O, zenginlikler arttığında “şu ganimetten biraz da bizim evimize girse” diyen hanımlarının bu teklifini reddedip tam bir ay mescitte uyudu. Fetihler, ganimetler ve zenginlikler O’nu da yaşantısını da evini de değiştirmedi. Bütün hayatını üstü hurma dallarıyla kapalı, altı ise toprak olan bir ev ve bir mescitte geçirdi. İsteseydi lüks içinde de yaşayabilirdi. O’nun bu hayatı bir zaruret değil, tercihti. O, sade yaşamayı tercih etti.
Peki, biz ne durumdayız?
O’na (s.a.s) en azılı düşmanları bile “sen yola çıktığın arkadaşlarını yarı yolda bıraktın” diyemedi:
Çünkü O, mücadelesine kiminle başladıysa dünya yolculuğunu tamamlayana kadar aynı arkadaşları ve aynı kadrosuyla yola devam etti. Kimseyi uzaklaştırmadı. Kimsenin üstünü çizmedi. Kimseyi hatasından dolayı geride bırakmadı. Kimsenin hatasını başına kakmadı. Kimseyi bir kenara not etmedi. Herkesi olduğu gibi kabul etti. Herkesin insan olduğu gerçeğini asla unutmadı. Affetti, bağışladı, onlara dua etti. Tüm bunları yaşayarak gören dostları da “Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah” demekten kendilerini alamadılar.
Peki, biz ne durumdayız?
Unutmayalım! Müslümanlığımızı değerlendirirken nasıl takdir edildiğimizden daha önemli olan, nasıl eleştirildiğimizdir. Çünkü bize yapılan eleştiriler, söylemlerimizi eyleme dönüştürüp dönüştüremediğimizin, iddialarımızı yaşantımızla ispat edip edemediğimizin en önemli göstergeleridir.