Televizyonlarda saatlerce uzman görüşlerine yer veriliyor. Strateji uzmanları, akademisyenler, çoğu emekli askerler; Filistin- Gazze haritası üzerinde ABD- AB destekli İsrail terör devleti tarafından iki aydır üzerlerine bombalar yağdırılan bir milletin mülteci kamplarında yaşadıkları cehennemi anlatıyor.
Gazetelerde boy boy facia resimleri yer alıyor, dokunaklı yorumlar yayımlanıyor usta gazetecilerin köşelerinde.
Kime ne faydası oluyor bunların? Bırakın faydayı, elleri kolları bağlanmış birinin başına üşüşmüş çakal sürüleri tarafından parçalanışını izler gibi oluyoruz; içimize daralıyor, göğsümüz sıkışıyor. Bu sıkışmışlık duygusuyla iyice bunaldığımızı hissettiğimiz bazı anlar oluyor ki böyle anlarda sahadaki muhabirlerin dakika dakikasavaş alanından aktardıkları gelişmeleri yorumlamak üzere görüşlerine müracaat edilen bazı zevatın ellerindeki çubuklarla yaptıkları açıklamalar, haşa, düşmana yol gösterir gibi geliyor bana. Dikkat çekilen nokta neresi ise anında oraya da bir saldırı olacakmış gibi bir korkuya kapılıyorum.
Elleri kolları bağlı bir insana uygulanan işkenceleri ellerimiz kollarımız bağlı izlemek ‘kötülüğe çare olacak bir iyilik’ olmuyor. Bir şey yapmamız lazım; ama ne? Gerçekten de bizar olduğumuz kötülüklerden kurtulmak üzere bir yerden başlayacaksak bu ağlayıp sızlamak olmamalı.
Geçen hafta okuduğum yorumlar arasında ‘kötülüğe çare olacak iyilik’ kavramınaYeni Şafak yazarlarından Gökhan Özcan’ın (27 Kasım 2023) köşesinde rastladım.
Yazar, bu kavramı ‘Şuursuzluğumuzu açığa çıkaran şuur’ başlığı ile sunmuş okuyucularına.
Bana göre şu satırlar kadim hastalığımızın en doğru teşhisi:
“Bugün, İsrail’in kötülüğünü neredeyse bütün yeryüzüne yayan etkinliği, üzülerek ifade edelim ki kötülük için yıllar yılı her alanda ‘iyi’ hazırlanmış oluşudur. Buna karşılık, dünyanın farklı coğrafyalarında –kimileri oldukça zengin topraklarda meskûndur- yaşayan milyarlarca Müslüman’ın kötülüğe çare olacak iyiliği hayata geçirmede, yanlışı giderecek hal çarelerini üretmede, kötülerle aynı maharetle, aynı dirayetle, aynı sabırlı gayretlerle bir mesai ortaya koyamamış, bu kabiliyeti kazanamamış olmalarıdır. Bu sadece güçlü liderlerle, güçlü ordularla (ki onlar da lazımdır) kazanılacak bir kabiliyet değildir; Müslüman toplumların çok iyi nesiller yetiştirmesi, kendine önemli ölçüde yetecek sosyoekonomik yapılara sahip olması, hayatın her alanında çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek altyapıyı kurabilmiş olmasını gerektirir.”
İsrail denen terör devletinin, kendilerinden olmayan insanlara besledikleri kini vatandaşlarına ‘din’ diye öğrettiğini biliyoruz. Allah’ın, şerefli elçileri aracılığı ile gönderdiği emirlerin başında yer alan ‘Öldürmeyeceksin! emrini değiştirerek ‘öldüreceksin!’ şekline dönüştüren bir millet; kendini insan gören herkesin vahşet, katliam, soykırım kelimeleriyle ifade ettiği eylemleri ‘ibadet’ kabul ediyor, Rablerinin emirlerini yerine getirdiklerini söylemiş oluyorlar. Adamlar bebekleri bile öldürmeyi inandığı dinlerinin gereklerinden sayıyor.
Tahrif ettikleri dinlerinin öğretileri içinde ‘öldüreceksin, yok edeceksin, taş üstünde taş bırakmayacaksın, girdiğin yerlerde yaşayan tek canlı bırakmayacaksın!’ şeklinde ifadelerin insanı şaşırtacak denli çok tekrarlandığı kutsal kitaplarının İsrail’de tüm eğitim kurumlarında toplam müfredatın yarısını teşkil ettiğini küçük bir araştırma ile görmek mümkündür. Lakin bizim başkalarının sapkınlıklarıyla vakit öldürmek yerine acilen kendimize dönüp kötülüklere çare olacak iyilik için ‘Nereden başlamalıyım?’ noktasına geçmemiz gerekiyor.
Kötülüklere çare olacak iyiliklerin başında iyi insan yetiştirmek olduğu gerçeği ile zaman zaman yüz yüze geliyoruz.
‘Şuursuzluğumuzu açığa çıkaran şuur’da bu gerçek şöyle belirtilmiş:
“Bizim insan yetiştirmede özellikle son yarım asırda en çok ihmal ettiğimiz, en çok görmezden geldiğimiz meselenin aslında budur. Bizim okullarımızda, coğrafyamızın yakın tarihi, bugünkü mevcur tablo, güç konumlanmaları, coğrafi ve tarihi yakınlıklar berrak biçimde anlatılmıyor çocuklarımıza. Bugün israil’in yaptığı şu büyük vahşete bile yüzleri kızarmadan arka çıkan Batılı egemenlerin bu ikiyüzlü karakteri yok bizim müfredatımızda. Neredeyse üniversitede bile anlatılmıyor Batı’nın bu karanlık yüzü…”
Bu akşam bir davete katılacağım nasip olursa. Arkadaşımın daveti şu: “Bir İftar, Bin Dua” diyoruz ve sizi de iftar programımıza davet ediyoruz.
Gazze’de günlerdir devam eden yoğun bombardıman sonucu en temel ihtiyaç malzemelerine erişimleri kısıtlanan kardeşlerimiz, her gün oruca niyet edip her akşam iftar ediyorlar.
Kötülüğe çare olacak iyiliklerden birine empati yaparak başlayabileceğimizi düşünüyorum.
Mazlumları aklımızda ve gündemimizde tutmak…
İnanıyorsak hiç olmazsa bunun bile çok önemli olduğuna inanıyorum.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/