Coğrafyamızda yaşanan hemen her olayda, bu olayları değerlendirirken kolayca ikiye bölünüvermek gibi tuhaf bir ayrışmanın her milletten daha çok bize özgü bir durum olduğunu düşünüyorum.
Mesela Filistin’de, Gazze’de 1917’den beri sürekli; son üç haftadır da katliam boyutlarında devam etmekte olan mezalim konusunda yapılan tartışmalar ve yorumlarda bile bu durumu gözlemlemek mümkündür.
Kimimize göre ‘Yahudilere topraklarını sattıkları için gelmiştir başlarına bu durum; bu nedenle hak etmişlerdir’ Yahut ‘İngiliz’le bir olup bizi sırtımızdan hançerledikleri için Osmanlı’nın ahı tutmuştur; bu nedenle başlarına gelen bu felaket geçmişte yapıp ettiklerinin karşılığıdır. Kimimize göre Filistin Osmanlı idaresinden koparılıp İngilizlerin tasarrufuna geçtikten sonra İngilizler bu tasarrufu bölgeye Siyonistleri yerleştirmede kullanmışlar, onlar da Osmanlı’yı yıkan egemen güçlerin desteği ile bölge halkını canından bezdirecek zulümler yapmışlar; bugün olduğu gibi baskın yaparak, döverek, öldürerek topraklarını terk etmeye zorlamışlardır.
Böyle böyle İsrail terör devleti işgallerle büyürken, bir türlü devlet olmasına geçit verilmeyen Filistin küçüldükçe küçülmüş; şimdi de sıkıştırıldıkları Gazze denen hücrede dünyanın gözleri önünde toptan imha operasyonlarıyla baş başa bırakılmıştır. Sözde demokrasi ve insan hakları savunucuları için hüküm bellidir: Bunlar, özellikle de Yahudiler nazarında Araplar veya başka milletten insanlar insan bile değil, teröristtirler.
İşin aslı esası nedir ne değildir?
Buna dair şöyle dişe dokunur bir araştırma yapmadan penaltı atışlarındaki kaleci refleksi ile ya sağa atıyoruz kendimizi ya sola. Oysa tarihi, siyasi veya sosyal olayları değerlendirirken herkesi bağlayacak olan temel ölçü hakikattir. O da güvenilir kaynaklardan beslenerek edinilen sağlam bir tarih şuuruyla mümkündür.
Kimimize göre son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin İngilizlere sığınmıştır; vatan hainidir. Kimimize göre Vahdettin hain değil, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü birçok arkadaşıyla Samsun’a gönderendir.
Kimimize göre Abdülhamid Han Ulu Hakan’dır, kimimize göre kızıl sultandır.
Lozankimimize göre hezimet, kimimize göre zaferdir.
Dolayısı ile değil son olaylar tarihe mal olmuş olaylar hakkında dahi aramızda bir konsensüs (uzlaşma)oluşmamaktadır merhum cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in dediği gibi.
07 Ekim’den beri aralıksız bombalanan Gazze’de neredeyse sağlam bina kalmamıştır. Binlerce çocuk, kadın, yaşlı insan terörist muamelesi görerek hunharca öldürülmüştür. Eskiden beri orada görev yapan insani yardım kuruluşlarında çalışanlardan kaç gündür haber alınamamaktadır. Onlarca gazeteci, onlarca Birleşmiş Milletler çalışanı can vermiştir. Bu ahval ve şerait içinde Orta Doğu’ya veya sömürmek istedikleri her yere ’Demokrasi!’ götürdüklerini her fırsatta dillerinden düşürmeyen ‘Medeni Batı’ (ABD, AB) bu alçakça saldırının durması için ‘Ateşkes’ çağrısı bile yapmayı bu aşamada gereksiz gördüklerini söyleyebilmektedirler.
Birinci Dünya Savaşı’nda yedi cephede bunlara karşı savaştık. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nin ardından yurdumuzu işgal edenle bunlardı. Kurtuluş Savaşı’nı rahmetli Mehmet Akif’in ‘tek dişi kalmış canavar’ diye tanıttığıbu işgalci (medeni!) lere karşı verdik. Allah’a hamdolsun milli birlik ve beraberlikle canımızı dişimize takarak kazandık. Yeni devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti oldu.
Cumhuriyet’le egemenliğini ilan eden millete yeni bir hedef gösterildi: Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak, çağdaşlaşmak… Muasır medeniyet, yani Batı… Oysa Batı, en başta çifte standart demekti. Onların çağdaşlığı, demokratlığı, medeniliği amiyane tabirle adamına göreydi.
Önceki gün Cumhuriyet’imizin ilanının yüzüncü yılını kutlarken Filistin’de birtakım baskınlarla neredeyse keyfi biçimde insan öldürenler, Gazze’yi cehenneme çevirenler dünkü işgalcilerimizin bütün güçleriyle destek verdiği Siyonistlerdi.
Yeni Şafak’ta Gökhan Özcan, 101.yılın ilk gününde başlıklı yazısında ‘bu tür tarihi kavşakları dönerken geçen yılların bir muhasebesini yapmayı ihmal etmemek borcunda’ olduğumuzu belirterek bana göre kendi ayağına kurşun sıkmaya benzeyen stratejik yanlışlarımızdan birini dile getirmiştir:
“Peki 100. yaşını doldurmuş bir Cumhuriyet olarak biz neresindeyiz bu tablonun? İnsanlarımız meydanları doldurarak İsrail’i tel’in ediyor, devlet makamları belki de bir yönetim olarak en sert tepkileri veriyor. Ancak yarın bu olayın tozu dumanı dağılsa, okullarımızda çocuklarımıza birtakım evrensel ve insani ilkeleri Batılı değerler diye anlatmaya devam edeceğiz. Bu millet Milli Mücadele’yi bu işgalci ve emperyalist Batılı güçlere karşı vermemiş, topları, tüfekleri, gemileriyle bu Batılı güçler vatanımızı işgale kalkışmamış gibi hareket edecek, ders kitaplarımızda Batı’nın bu karanlık yüzünden söz dahi etmeyeceğiz. Hem de her şey bu kadar aşikârken...
Bu böyle olmamalı... Ders kitaplarımıza, her seviyeden eğitim müfredatımıza, Batı’nın artık saklanamaz hale gelen karanlık emperyalist yüzünü anlatan etraflı muhtevayı mutlaka eklemeli, çocuklarımızı bu aşikâr gerçekten habersiz yetiştirmekten vazgeçmeliyiz.”
Bir yerden başlamak zorundayız. Hareket noktamızın esası önce kendimizi, milli ve manevi değerlerimizive Batı’yı gerçek hüviyetiyle tanımak olmalıdır.
Tanıdıkça ayağımıza dolanan ve dolandıkça enerjimizi tüketen yalanlardan kurtulacağımıza, kurtuldukça da kendimizi huzurlu daha güçlü hissedeceğimize inanıyorum.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 31 Ekim 2023