İnsanların yüklendikleri sorumluluk gereği görev alanlarına giren bazı işler vardır ki bunların düzenli bir şekilde yapılması için ayrıca söylenmesine, herhangi bir şekilde hatırlatılmasına ihtiyaç yoktur.
Sorumluluk, akıl ve irade sahibi insanın gönüllü olarak yüklendiği bir şeydir. Rabbimiz Ahzap suresinin 72. Ayetinde bu durumu şu şekilde beyan eder: “Gerçek şu ki Biz (akıl ve irade) emanetini göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emaneti) insan üstlendi; o da, zalim ve cahil biri olup çıktı.”
İnsan, bir emanet yükleniyor ki bu sorumluluk olsa gerektir. Bu sorumluluğu bilerek yüklendiği halde Rabbimiz tarafından ‘zalum’ ve ‘cehul’ diye tanıtılması adaletli olması gerekirken hakkı gözetmemesini ve bildiği halde bilmezlikten gelmesi gibi fıtri özelliklerini düşündürmektedir.
Genel olarak Batı ülkelerini iyi tanımış insanların imrenerek anlattıkları şeylerin başında işlerin programlandığı şekilde yapılması geldiğini duymayanımız yoktur. Mesela trafik kurallarına uymada kayda değer bir sıkıntı yaşanmadığını, insanlar işlerine vaktinde başlayıp, vaktinde bitirdiklerini, rüşvete, iltimasa, adam kayırmaya, işleri adamına göre düzenlemeye rastlanmadığını, gürültü kirliliği, çevre kirliliği gibi konularda insanların asla nemelazımcı olmayıp bunlara neden olanlar hakkında kamu görevlileri kadar titiz davrandıklarını anlatır dururlar.
Toplum düzeni için konulmuş kuralların o toplumda yaşayan herkes için olduğunu, adaletin bu kuralların herkese eşit biçimde uygulama iradesiyle tecelli edeceğini yazık ki içselleştiremediğimizi düşünüyorum.
“Hamil-i kart yakinimdir.” Gibi bir puta tapar olduk çoktan beridir. Putlar insanlarla Allah arasındaki aracılar olduğu belletilmemiş miydi okullarımızda? Bunlara tevessül etmek şirk değil miydi? “Oraya varınca selamımı söyle!” diyen de bu selamı gideceği yere taşıyan veya bundan medet bekleyen de top yekûn şirk denilen büyük şirketin elemanları arasına girmiş olmaz mıydı?
Esasen bir yerde sorumluluk alanımıza giren bir işi emanet- sorumluluk dengesini koruma hassasiyetimizin gereği olarak değil de birilerinin söylemesi veya hatırlatması ile yapıyor hale gelmişsek orada bir arıza var demektir ki böyle ortamlarda bir sıradan, bir programdan, düzenden, ahenkten söz edilemez. Çatlasanız da patlasanız da sesinizi duyuramazsınız, sesinizi duyuramayıncasonucu değiştiremezsiniz.
Bir ilgisizlik, bir duyarsızlık, bir vurdumduymazlık kültürünün yazık ki büyük oranda kabul görmeye başladığını görüyor ve bir nebze olsun insanlığımızın erozyona uğramadan ayakta kalabilen taraflarıyla bu perişanlığımızı içinize de sindiremiyorsanız hissiyatınızın en iyi tercümanı Fuzuli’ye atfedilen şu sözdür artık:
“Söylesem faydası yok; sussam gönül razı değil.”
Çalıştığım yıllar özellikle rehberlik derslerinde inanç değerlerimizle yaşayışımız arasındaki uyumsuzluklara, arızalı hallere dikkat çekmeye çalıştığım olmuştur. Yıllar önce buna dair düşüncelerimi ‘Sorumluluk Mu Dediniz’ başlıklı yazımda ‘toplum-makine’ benzetmesiyle anlatmışım:
“Zannediyorum rehberlik dersinde öğrencilerle sohbet ederken dersin sonuna doğru biraz da can sıkıntısından olacak, söylediğim bir söz meşgul etmişti zihnimi: “Gençler her birimiz cemiyet denilen dev bir makinenin dişlileri gibiyiz.Her bir dişli başka bir dişliye bağlı o da bir başkasına …”
Konumuz, ‘meslek seçiminin hayatımızı nasıl etkileyeceği’ idi.Dakikalardır konu üzerinde düşündürmeye,konuşturmaya çalıştığım gençleri bir türlü arzu ettiğim yönde hareket ettiremiyordum.Belki bu örnekle bir kıpırtı meydana getirebilirim, diye düşünmüş olmalıyım.
Ben bunları söylerken birçoğunun aklı ertesi günkü sınavda, bazılarının zilin çalmasına kaç dakika kaldığında, kimileri de son ders olduğu için okul bahçesine kadar gelen servis arabalarını düşünüyor olabilirlerdi.
Ders bitti,koridoru her zamanki sesler doldurdu.Ben öğretmenler odasına,oradan her zamanki yollardan geçerek evime giderken o sözü düşünüyordum. “Her birimiz büyük ve karmaşık bir cemiyet makinesinin dişlileri gibiyiz.”
İyi de içimi kaplayan bu burukluk neyin nesiydi?
Sorun bu dişlilerin iyi çalışmıyor olmasıydı.Düzgün çalışanlar vardı,bozuk çalışanlar vardı; bozuk çalışan dişliler düzgün işleyenleri yalama yapabilir,normal işleyişini bozabilir,daha kötüsü makinede tamiri zor hasarlara sebebiyet verebilirdi.Makinenin ahenkli gürültüsüz verimli çalışması lazımdı.Aslında hepimizin arzusu buydu.
Batı toplumlarıyla aramızdaki uçurumun bir nedeninin onların bu duyguyu yani sorumluluk bilincini insanlarına çok iyi öğretebilmelerinde olduğunu biliriz birçoğumuz.Ve gene biliriz ki:
Onlar çevreye karşı daha duyarlıdır;biz kirletir,berbat eder, atarız her şeyi tabiatın bağrına.
Biz bugünü kurtarmaya çalışırız, onlar yüz yıl sonrasını düşünüp davranış,iş,strateji geliştirirler.
Nihayet…
Biz hesabımızı iyi yapamıyoruz mu demeliyiz yahut hesabımıza geleni miçok iyi yapıyoruz?”
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 25 Eylül 2025