Vedalaşırken “Unutursunuz, siz de unutursunuz” demişti okul müdürümüz de o anın duygusal atmosferinde ‘olur mu öyle şey hocam’ diyerek tepki göstermiştik güya. Fırsat buldukça ziyaret edecek, hiç olmazsa bayramlarda tebrik kartları gönderecektik. İlk defa odasında kendisine bu kadar yaklaştığımız müdür bey, her yıl onlarca mezunla aynı sahneleri yaşaya yaşaya rolünü iyi oynayan bir aktör gibi aynı sözleri tekrarlamakla yetinmişti. Nitekim mezuniyetimizi takip eden iki bayram tecrübeli müdürümüzün haklılığını ispata kâfi gelmişti. Her gün yeni gaileler demekti ve her gaile dünlerden birçok şeyi nisyanın karanlık izbelerinde yok ediyordu.
Durum aynen MahsunKırmızıgül’ünşarkısında dile getirildiği gibiydi:
“Bir vefa bekleme geçen zamandan
Mevsimler vefasız yıllar vefasız
Bir umut bekleme
Sevdadan aşktan
Seviyorum diyen diller vefasız
Gün gelir gönülde solar çiçekler
Yalana karışır bütün gerçekler
Sevenler gideni boşuna bekler
Yolcular vefasız yollar vefasız
Bir dünya düşünki vefadan yoksun
Ömrünü verdiğin dostlar vefasız
Bir hayat düşünki sevgiden yoksun
Canını verdiğin canlar vefasız
Gün gelir gönülde solar çiçekler
Yalana karışır bütün gerçekler
Sevenler gideni boşuna bekler
Yolcular vefasız yollar vefasız”
Unutmamak, unutulmamak elde değildi. Hele ki çabuk unutanlar çabuk unutuluyordu. Yasa böyle işliyordu bütün zamanlarda ve mekânlarda. Belki bu çağda kendi içine hapsolması nedeniyle kendini de başkalarını da daha çabuk unutur olmuştu insanlar. Nereye gitsen ne yapsan bu böyleydi.
Ne yazık ki böyleydi ve bu hal bir bakıma Sezen Aksu’nun Yol Arkadaşım adlı şarkısında söyledikleri gibi hastalık haline getirdiğimiz bir gerçeğin dışavurumuydu.
“Yol arkadaşım gördün mü?
Duydun mu olup bitenleri
Kıskanıyor insan bazen,
Çekip gidenleri…
Yalnızlaşmışız iyice
Üstelik de alışmışız
Hiç beklentimiz kalmamış
Dosttan bile
Korkular basmış dünyayı
Şimdi bir semt adı vefa”
…
Zaman zaman bir zamanların sinema veya başka sanat dallarında meşhur olmuş ünlülerin tek başına yaşadığı bir evde vefat ettiği haberleri, bir cami avlusunda cenaze namazı için toplanmış birkaç dostunun ölenin ardından mikrofonlara söyledikleri dikkatimi çekmiştir. O anda sarf edilen sözlerin ortak paydasının ‘vefasızlık, ilgisizlik’ lafları olduğu artık bilinen bir durum.
Bir olayın içindeyken o anın ve şartların sıcaklığında alınan telefon numaraları ve adresler bir süre sonra hatırlanmaz oluyor. ‘Görüşürüz’ lafı da bir dolgu malzemesi olup çıkıyor nihayet. Bir daha ne zaman görüşürüz Allah bilir; ama biz bir taraftan yeni adresler almaya ve zaman hudutları çok geniş olan ve nedense hiç sevmediğim ‘Görüşürüz’ lafını yeni tanıştığımız insanlara düşünmeden, bize yüklediği sorumluluğu hesap etmeden söylediğimiz birçok laf gibi hem de hiç tereddüt etmeden söylemeye devam ederiz.
Bozduğumuz birçok şey gibi vefa duygumuzun da çok hasar gördüğünü düşünüyorum. Şikâyet değil bir tespit belki yaptığım şey. Hâlbuki geçen zamanlara göre daha çok imkânlara sahibiz. Dünyanın neresinde olursa olsun ulaşmak istediğimiz bir insana birkaç tuşa dokunacak kadar yakınız aslında. Bütün iletişimciler insanları daha ucuza konuşturma yarışında. Akşamdan ta sabaha kadar bedava kampanyaları cabası. Ama ne yazık ki bu imkânları, hal hatır sormada, gönül almada kullanamıyoruz bir türlü. Aslına bakarsak şair yıllar önce çok veciz bir şekilde ifade etmiş bu zayıf, bu hastalıklı halimizi:
“Bende yok sabr u karar sende vefadan zerre”
Yanlış…
Zaman zaman dilimize doladığımız; lakin yerli yerinde kullanmadığımızı düşündüğüm kelimelerden biridir vefa. Birine ‘vefasız’ demek işin kolayı; lakin anlıyoruz ki hiç de doğru değil.
Vefa; ahdinde, sözünde durma. Sevgi ve dostlukta sebat ve devam... Ödeme. Yetişme. Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirme olarak tanımlanıyor sözlükte.
İyilik, güzellik kısaca adamlık adına ne varsa vefada.
Düşünüyorum ki her şeye rağmen beklemek hoş değil, beklemekle harcayacağımız zamanı beklediğimiz ne varsa onları elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince ifa etmek daha hoş, daha güzel, daha insanca ve daha kalıcı.
İfanın vefa ile akrabalığı varsa, asıl yiğitlik vefa vefa demek yerine vefayı ifa değil mi? Akrabalardan birini sürekli gündemde tutup da diğerinin yanına yaklaşmamak vefa mı?
Bir tarafta “Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz” diye titizlenen koca Yunus, bir tarafta bu iletişim çağında insanlarla iletimi iş icabı veya bir menfaat temini dışında kullanmamaya azami özeni gösteren vefa özürlü bizler…
Vefa duygumuzu güçlendirmemiz gerektiğini söylüyorum.
Tabi, önce kendime…
Selamların en güzeliyle…
(‘Dereden Tepeden’ adlı arşivimden 23.03.13)
Hacı Halim Kartal 31.07.2013