“Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.” Sezai Karakoç
Bugünlerde bahçeli evlerin giriş kapıları çevresinde, şehirlerin parklarında, meydanlarında yeşilin ruhlara yaşama sevinci ve sadece huzur dağıtan göz alıcı tonları arasında en çok konuşan nedir diye bir soruyla karşılaşsam hiç tereddüt etmeden ‘güller’ diyebilirim.
Hele ki sarmaşık güller…
Geçen gün evimizde bir süredir misafir ettiğimiz depremzede arkadaşımı; bahçe duvarının üzerinden yola doğru kol atmış elma ile asma dalları arasında onlarla sarmaş dolaş vaziyette salkımlarını kaldırıma uzatıp adeta gelene geçene esenlik dağıtan gülleri fon yaparak fotoğraf çekerken gördüm. Aylardır yaşadığı kederler bir an dağılıp gitmiş gibiydi üzerinden. Tevekkeli edebiyatımızın ‘Garip’ şairi Orhan Veli de onca kederler içinde, yaşadığı garipliğe rağmen tepeden tırnağa çiçek açmış bir ağaç karşısında ‘Deli eder insanı bu dünya/ Bu gece, bu yıldızlar, bu koku…’ deyivermişti. Mevsimlerden baharın öylesine herkesi, her şeyi sarıp sarmalayan, diriltici bir etkisi vardı.
Güller… İnsanları en çok etkilediği için üzerinde belki en çok söz söyleneniydi çiçeklerin.
Yukarı çıktım. Bilgisayar masamın üzerindeki raflarda sıkışıp kalmış kitaplar arasında ne zamandır gün yüzüne çıkmayı bekleyen Güller Kitabı’nı yeniden okuma ihtiyacı ile bulup okudum. Değerli araştırmacı- yazar Beşir Ayvazoğlu, ilk baskısı 1992’de yapılan kitabının önsözünde kitabına neden bu adı verdiğini şöyle dile getirmiş:
“Güller Kitabı’nda sadece gülden değil, aşağı yukarı bütün çiçeklerden söz açılmaktadır. Bu adı, gülün zengin çağrışımlarından faydalanmak ve bir sembol olarak bütün kültürlerde taşıdığı değeri vurgulamak için tercih ettim. Gül, zaman zaman lale ve karanfil gibi zorlu rakiplerle mücadele etmek zorunda kalmışsa da, saltanatını her zaman korumuş, bütün çiçekleri, hatta tabiatı özetleyen bir çiçektir; vazgeçilmezliği belki de bundan.”
Yazar, Güller Kitabı’nın girişinde ‘Bir Çiçek Şairi’ başlığı altında kitabının doğuş hikâyesinin İstanbul sahaflarından birinde eski kitaplar arasında bulduğu ‘Çiçekler Arasında’ isimli basım tarihi 1932 olan bir şiir kitabıyla başladığını belirtiyor. İmza yerinde ‘Nabedid’ ismiyle karşılaşıyor. Başvurduğu kaynaklarda bu şahsın 1867 Selanik doğumlu Ahmet Cemal olduğunu öğreniyor. İlk ve ortaokulu orada Mülkiyeyi ailesiyle birlikte geldikleri İstanbul’da okumuş devrin liselerinde ve üniversitede hocalık ve devlette değişik görevlerde memurluk yapmış biri olduğunu, 1957’de vefat ettiğini tespit ediyor. Beşir Ayvazoğlu’nun bulduğu bu kitapta ilgisini en çok çeken Ana Korkusu, Kan Damlası, Aslan Ağzı, Kartopu, Hanımeli, Anasına Babasına Pay Veren gibi şiir adlarıdır.
Ayvazoğlu kitabın girişini ‘Duyulmadık Çiçekler’ adını verdiği ikinci başlıkla daha meraklı hale getiriyor. Mesela ‘Gavur Gülü’ adlı şiirin Rumelili bir bahçıvanın hikayesi olduğu yorumuyla buradadır. Der ki: “Rumelili bahçıvan belki de Nabedid’in kendisidir. Çiçeklerin dilinden anlayan, onlarla konuşup dertleşen, zarif, duygulu bir adam…”
Sözün burasında ‘Güller Kitabı’ yazarı B. Ayvazoğlu’nun çiçek adlarıyla ilgili şu yorumuyla karşılaşıyoruz:
“Çiçeklere verilen adlardan çoğu, çiçeklerden başka bir de kadınlara yakışmaktadır. Esasen bu adlarda kadınca bir hassasiyetin varlığını hissetmemek imkânsız. Evinin dört duvarı arasında, dünyasını çocuklar ve çiçeklerle paylaşan kadın, onlarda bir dost, bir arkadaş sıcaklığı bulmuştur. Doğrusu ben, cemali güzel, civanperçemi, hanımeli, hanım iğnesi, kirli hanım, hanım sallandı, hüsnüyusuf, inci çiçeği, kahkaha, kına, küpe çiçeği, yüksük otu, saksıgüzeli, sabun çiçeği gibi adların çiçeklere erkekler tarafından konulmuş olacağına ihtimal vermiyorum.
Adlarıyla, biçimleri ve renkleriyle çok iyi bildiğimiz kaç çiçeğin adını takılmadan söyleyebiliriz? Denemem sonucu bildiklerim iki elin parmakları sayısını geçemedi. Oysa Nabedid’in Çiçekler Arasında’sında zikredilenlerden başka şu çiçeklerle ilgili şiirler olduğunu da gördüm verilen dipnotta: Sümbül, yasemin, nergis, nilüfer, zambak, lale, küsme çiçeği, hezaren, ortanca, gül hatmi, gül defne, leylak, zülfü arus, sarmaşık, ballıbaba, vapur dumanı, ateş çiçeği, horoz ibiği, deli gül, lisanı sevir, hercai, yıldız, buhurumeryem, saraypatı, gece safası, avize fidanı, eşek lalesi, yılan yastığı, gül, siyah gül, çarkı felek.
Baharın Zaferi, Bahçelerde Nar Ağacı, Gülün Gizli Tarihi, Lale Delilği ve Delileri, Gülşenabad’da Çiçekler Toplantısı, Güldükçe Güller açan Kız ve Güller Gibi… Sonsuz İri Güller olmak üzere yedi bölümden oluşan Güller Kitabı aslında kitaplar içinde kitap.
Arka kapağa konulan not ise kitabın konusu ve önemine dair anlatılanların özü: “Göçebelik devirlerimizden bugüne kadar çiçekler etrafında geliştirdiğimiz kültürün, duyarlığın, tabiata bakış tarzımızın ve bu bakış tarzındaki değişmelerin ele alındığı Güller Kitabı’nı okumak, yazarıyla birlikte Türk kültürünün uzun ince yollarında zevkli ve heyecanlı bir yolculuğa çıkmak demektir.”
Aşağıda bir bölümünü bulacağınız Çiçek Senfonisi şiir eşliğinde sizlere iyi yolculuklar diliyorum.
Özdemir Asaf Çiçek Senfonisi adını verdiği bu şiirinde çiçeklerin, insan yaşamına hep farklı zamanlarda ve mekânlarda ama hayatın bütün evrelerinde farklı şekillerde mutlaka dokunan varlıklar olduğunu anlatır:
Çiçekler hep bekler gibidir,
Oysa hiç beklemezler;
Biri arılandırır, biri kuşlandırır.
Biri rüzgârlandırır gönülleri,
Biri kızdırır soğumuş külleri..
Biri de kendini kucaklandırır.
Biri tek başına yürür yazgısında,
Biri sepetlerde demet demet
Ününü kaldırımlandırır.
Biri vazolandırır kendini salonlarda,
Biri kurur bir kitabın içinde,
Biri de kafes arkasında saksılandırır.
Çiçekler bir şölen yaşamda,
Renklerin en büyük orkestrası..
Dursuz-duraksız çalar her insanda
Sevinci, aldanıyı, ölümü ve yası.”
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 19 Haziran 2023