Belki de bizi yıpratan seçim değildi de medyaydı, sosyal medyaydı... O alanlardan uzak kalabilen varsa eğer -ki mutlaka vardır- bence onlar çok rahattılar. Belki seçim konusunda rahattılar da geçim konusu daha çok ilgilendiriyordu onları.
Bir de halkın gerçekleriyle siyasetçilerin gerçekleri çok farklıydı... Siyasetçiler bir ‘ölüm kalım savaşı’verdiler adeta. Ellerindeki kozları son raddesine kadar kullandı bütün taraflar...
Zira, kimisi kazansa bile siyasette artık son demlerini yaşıyordu... Kimisi de “kaybedersem kaybolup gideceğim” endişesini yaşıyordu. Bu sebeplerle tabiri caiz ise eğer “sineğin yağını” dahi hesap ettiler kazanmak için.
Kimi 23 yıldır iktidarda olanlara muhalif, ne kadar parti, grup, kurum, kuruluş v.s varsa birlikte hareket etmek için adeta gökteki yıldızları bile yere indirip vermeyi vadetti halka... Kimi de iktidarda kalabilmek adına kendine destek olabilecek kim varsa yanına alma mücadelesi verdi.
Öyle propaganda malzemeleri kullandılar ki karşı taraf kazanırsa “devletin elden gitme ihtimali” bile vardı. Zaman zaman hakarete varan sözler bile ifade ettiler birbirlerine karşı.
Bu seçimlerde; sağcı-solcu, ilerici-gerici, irticacı-çağdaş, başörtücü-başı açıkçı-, Osmanlıcı-Cumhuriyetçi, Laik-yobaz gibi onlarca yıllardır bizi meşgul eden siyasi argümanlara pek yer verilmedi. Bu konular aşıldı gibi sanki.
Bunların yerine, sığınmacı taraflısı-sığınmacı karşıtı, terörist sevici-terörist avcısı, HDP’Cİ- HÜDAPAR’CI, Tayyipçi-Kılıçtaroğlucu vesaire gibi söylemler kullanıldı hep...
Milletin derdi olmayan birçok konu siyasilerin derdi olarak bizlere yansıdı. Büyük korkular pompalandı her iki kanattan da... Kimi “devletin elden gidiyor olduğundan”, kimi de “iktidara oy veren kim varsa herkesten hesap sorulacağından” bahisle adeta korku pompalandı miting meydanlarında, televizyonlarda, gazetelerde...
Taraflar, hep karşı mahalleyi suçladılarama kendilerine toz kondurmadılar. Kendileri birer ‘melek’ karşı taraf ise ‘şeytan’dı onlar için... Taraflar dediysem siyasetin tepe noktasında bizzat bu işi yapanlardan bahsediyorum. Elbette tepe noktası ‘dip dalgası’ etkisi de yaptı ama genel olarak halkın koltuk sevdası gibi bir derdi olmadığı için tabanda bu şiddetli gürültü çok fazla hissedilmedi. Onlar gerildiler, üzüldüler korktular sadece.
Neredeyse, 45 iktidar gördüğüm 64 yıllık ömrümde belkide bu denli önem verilen bir başka seçim yaşanmadı ülkemde... Bunun asıl nedeni bir tarafın 23 yıldır iktidarda olması, girdiği her seçimi kazanması, diğer tarafın 23 yıldır muhalefette olması dolayısıyla girdiği her seçimi kaybetmesiydi.
Haklarını yemeyelim 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediye başkanlıklarını muhalefet kazanmıştı. Seçim kazanınca “ne kadar da güzel demokrasi” kaybedince “halkın ne kadar da ‘cahil’ olduğu, seçmesini bilmediği” gibi klasik bahanelere sığınılması ayrı bir garabetti. ‘Cahil’ denilen halk İstanbul ve Ankara seçimlerini muhalefete verince bir anda Oxford mezunu oluveriyordu halbuki...
Bir de en garabet olan bahane ‘oy çalınması’ husus idi. İktidarın,belediye başkanlıklarını kaybedince sığındığı limandı bu konu. Muhalefetin de yine her seçim sonrası bulduğu ve en önem verdiği husustu. BU konu, kaybedenlerin, mazeretlerini sığdırdıkları bir konu oldu daima... Tabi ki bunu da hep başarısızlıklarının kılıfı olarak öne sürdüklerini kendileri bile biliyorlardı. Bu tür ucuz bahaneler i seçim kazandırmıyor, aksine kaybettiriyordu. Ama hani derler ya “suça sahip çıkan olmaz” diye, bunlar da başarısızlıklarını bile karşı tarafa yükleme çabası içinde oldular hep.
Ben olsam, kazanana iki dönem, kaybedene üç dönem kuralı uygular, bu işleri kökünden çözer atardım.
“Her kim girdiği üç genel seçimi kaybederse başında bulunduğu parti genel başkanlığından, oturduğu koltuğu da alır ve ayrılır. Bir daha da milletin huzuruna ‘beni seçin’ diye hiçbir zaman çıkamaz” kuralını koyardım.
Diğer yandan “girdiği iki genel seçimi kazanan birisi, üçüncü kez seçimlere katılamaz ve partisinin genel başkanlığından ayrılır” maddesini getirirdim.
Bütün siyasilere üç kez milletvekili üç kez belediye başkanlığı, üç kez muhtarlıkseçilebilme hakkı verirdim.
Hoş, bana kalsa, muhtarlığı kaldırır, belediye bünyesinde bir memura o görevi verir, mahallelerin işlerini ona gördürürdüm. Muhtarlık seçimleri de mahallelerimizde bir güvenlik sorunu olmaktadır git gide... Maaşların artmış olması, üzerlerinde yoğun bir görev yükü bulunmaması nedeniylecazip hale gelmiştir ama bu konu bir o kadar da riskli hale gelmiştir.
Ben bütün bunlara rağmen muhtarlık seçimlerinin ülkemizdeki ‘en demokrtatik’ seçimler olduğuna inanıyorum. Her vatandaş, hiçbir kimsenin atamasıyla değil kendi hür iradesi ile muhtar adayı oluyor. Ne bir yere para ödüyor ne de göbeğinden bağlı olduğu bir kimsesi bulunuyor.
Halbuki genel ve yerel seçimlerde “demokrasi”, “diktatörlük” diye bağıranlar bile kendi adamlarını milletin önüne koyup “bunları seçeceksiniz” diyerek kendilerine sadakatli insanların seçilmesini istiyorlar.
İşte bütün bunlar milleti geriyor, huzursuz ediyor, mutsuz kılıyor.
2023 seçimleri yine de milletin beş yılda kullandığı cüz’i yetkisinin tecellisi olup; Vatanımıza, Milletimize, Devletimize, Bayrağımıza hayırlı olsun, ekonomik yaşantımızı düzenlesin, insanca yaşamamızı sağlasın.
Amin!