Uzun bir aradan sonra Yüce Rabb’im yağmurunu verdi, topraklarımız yağmur sularıyla ıslandı, çok şükür dağlarda ki tüm ağaç ve nebatat ile topraklarımızda ki tüm mahsul ve bitkilerimiz suya kavuştu.
Hava tahmin raporlarına bakarsak, 15 Mart hariç, 7 gün daha yağmurlu gösteriyor. Bu da bereketin, mahsul ve tüm bitkilerin suya doyması demektir. En azından ekilmiş veya ekilecek olan bitkilerin kısmen de olsa suya doyması, toprakta neşü neva bulması, kendini geliştirmesi anlamına gelir.
Buna ilaveten, yeraltı sularımızın artması, baraj ve göllerimizin kurumaması, dolmaya başlamasını sağlar. İleriki tarihlerde, daha da çok yağış ve yağmur olursa, yaz aylarında gerekli olan içme suyu ve sulama suyu ihtiyaçlarımızın karşılanması da mümkün hale gelir.
Böyle devam etmediği sürece, yaz için içme suyu ve sulama sularımız konusunda da sıkıntı yaşayacağımız muhakkak. Bu durum da, başta tarım ürünleri, gıda ve hammadde sıkıntısı olmak üzere birçok şeyin kıtlık ve yokluğuyla karşı karşıya kalmamızı ve yüz yüze gelmek durumunda bırakır ki, olmasını hiç birimiz ve hiçbir insan istemez.
Cenab-ı Allah bizleri, yoklukla, kıtlıkla, susuzlukla, özgürlükle, bağımsızlıkla, istiklal ve istikbal ile birlikle, vatansızlıkla imtihan etmesin. (Âmin)
Ülkemizin ve bizlerin böyle bir durumla karşı karşıya kalmamızı, istisnalar hariç, hiç insan istemez ve arzu da etmez. İstememekle birlikte, bunun da gereklerini yerine getirmemiz, lazım.
En başta, rahmeti verene şükretmek, şükrünü eda etmek, âsi olmamak, isyan etmememiz gerekir. Allah inancı olmayan Ateist veya diğer inanç gruplarına veya başka dine mensup olanlara sözüm yok. Allah’ın yarattığı herkes, kendi inancını istediği gibi yaşamaya serbesttir. Diğer insanların inancına karışmadığı ve hakaret etmediği sürece. Onların da hak din olan İslam’la müşerreflendirilmesi ve hidayete ermeleri için, dualarımızı eksik etmeyelim. İslam’la müşerreflendirilip, çok şükür bundan nasibini almış bizler ve diğer Müslüman kardeşlerimiz için, çok büyük sorumluluklar düşüyor.
Kış ayı girdikten sonra, kar ve yağmur vermesi için toplu veya ferdi olarak Allahü Teâla’ya, çok dualar yaptık ve niyazda bulunduk. Kar nimetini verdi, devamını ve yağmur nimetini de isteyecekken, ülkemizin 10 vilayetini ve 13,5 milyon insanımızı direk, 85 milyon insanımızı da en direk etkileyen, on binlerce insanımızın can verdiği, milyonlarca insanımızın evsiz yurtsuz kaldığı, işini aşını kaybettiği bir depremle karşı karşıya kaldık. Eskilerin deyimiyle, sevincimiz kursağımızda basılı kaldı.
Deprem bölgesinde ki insanların -15c soğuklarda, pijamayla, çorapsız, elektriği olmayan, su ve tuvaleti dahi bulunmayan şartlarda, inşaat yıkıntılarının başında, aç susuz, yıkıntı altında kalan çoluk, çocuk, eş dost, akraba ve komşularının kurtarılmasını beklerken ki feryatlarını görünce, rahmetin devamını da isteyemez duruma geldik. Ev yok, yurt yok, barınacak ortam ve durum yok, hava soğuk, bir de yağmur ve kar altın da kalmalarını vicdanımız kabul etmedi.
Şimdi tam olmasa da, çadırlarda, yurtlarda, Türkiye’mizin dört bir yanın da ki boş ve/veya kiralık evlerde barınıyorlar. Çadır vs.’de kalanların daha muntazam konteynırlar da kalmaları için, Devletimiz de, milletimiz de seferber durumda. Cenab-ı Allah, devletimize de, milletimize de zeval vermesin.
Ancak, kendi ev ve konutlarına taşınıncaya kadar ki geçecek zaman süreci içerisin de, acılarını paylaşılarak hafifletebilmek, yaralarının daha erken ve daha çabuk sarılabilmesi için, elimizden geldiği kadar, maddi-manevi, ayni-nakdi ve insani yardımlarımıza devam etmemiz ve ettirmemiz gerekir. Bana göre, bizim şükür sınavımızdan, şu anki şartlarda en başta gelenlerden birisi budur.
Bir de deprem bölgesinden gelen kardeşlerimizin, her birisi farklı bir bölgeden, faklı bir ilden, aynı ilden olsa bile farklı bir ilçeden veya yerleşim yerinden. Tıpkı bizim İlçemizde ki, merkez mahalle veya köylere göre, her bir yerleşim yerinde yetişmiş insanlarımızın, örf, adet, gelenek, göreneklerinin bile farklı olduğu gibi.
Kaldı ki, Cenab-ı Allah insanları ilk İnsan ve Peygamber Adem (A.S)’dan bugüne, gelmiş geçmiş bütün insanlar ile, yeryüzünde yaşayan 8,5 milyar insan ile, kıyamete kadar dünyaya gelip yaşayacak olan milyarlarca insanın parmak izlerinin aynı olmayıp, farklı olmasının hikmeti mucibince, her birey ayrı bir kişilik, ayrı bir akıl sahibi, ayrı bir haleti ruhiye ye sahip, ayrı dünya görüşü ve ayrı ve farklı bir çevre ile kültür de yetişmiş insanlardır. Dolayısıyla, her birinin yetiştiği aile, çevre, kültür ile aldığı eğitim farklıdır.
Bütün bunlara, bir de coğrafi iklim, bölge, ekonomik ve demografik şartlar da eklenince, geldikleri yerlere, geçirdikleri travmanın da etkisiyle, uyumları kolay ve istenildiği gibi, kısa vade de olmayabilir veya oluşmayabilir.
Bütün bunları ve burada yazmadığımız, yazamadığımız veya sehven kelama dökemediğimiz konu, faktör ve nedenlerden dolayı, o kardeşlerimize yaklaşım ve acılarının paylaşımını yaparken bu etkenleri dikkate almamız ve göz önünde bulundurmamız gerekir. Elmanın sapı, eriğin çöpü gibi tali konulara takılıp kalmayalım. Bardağın dolu tarafına bakıp, eksik kısmını doldurmanın çaba ve gayretinde olalım.
Dünyada ki binlerce ırk ve topluma verilenlerin yanında, bizim toplum ve insanlarımıza, Yüce Mevla’m, ekstradan hamiyetperverlik, yardımlaşma, iyilikseverlik, toplumsal olaylarda daha ince ruhla hareket, vicdani duyarlılık yeti ve yeteneklerini daha fazla bahşetmiştir. Ve bu durum bizim geçmişimiz de bir kültür oluşturmuştur. Yüce Yaradan’ımıza ne kadar hamd ve şükretsek azdır.
Bu değerler öyle çok hor kullanılacak, boşa harcanacak, müsrif edilecek değerler değildir. Bunların değerini bildiğimiz gibi, gereklerini de yerine getirelim. Zaten toplum olarak zamanın da elimizden geleni belki de fazlasıyla yaptık ve yapıyoruz da. Ben şahsen, toplumumuzun bir ferdi olarak müteşekkirim. Ancak, bizler bunların devamı konuların da, biraz daha gayret ve fedakarlık edelim ki, böyle sel baskını, doğal afet ve depremler konusunda, bizler de, toplumumuzda bir daha yaşamayalım, yaşamamamız ve karşı karşıya kalmamamız için, Yaradan’ımıza karşı yüzümüz olsun, şükrümüzün gereğini yapmış olarak, sınavımızı kazanalım.
Yarınlar ve gelecek belirsiz olduğundan, sınava ve şükre vaktimiz olmayabilir. Onun için anı değerlendirelim.
Hülasa eyvah demeden gereğini yapalım.