banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Değeri ve önemi tartışma götürmeyen balın hakikisi şifa ise, bu nimetin elde edilmesinin ciddi bir bedel gerektirdiği gibi dilimizin pelesengi olan sevgi de öyledir; emek ister sevgi. Emekle yeşerir, sabırla tomurcuklanır nihayet sabırla meyveye durur.

        Çok sarsıcı sınavlardan geçtiğimiz bugünlerde önemine binaen sevginin kaynağına dikkat çeken Gökhan Özcan 06 Mart tarihli yazısında insanlık için değeri hiçbir şeyle ölçülmesi mümkün olmayan bu zenginliğin nereden geldiğini pek güzel anlatmış sağ olsun. Demiş ki:

        “Sevginin insanın kendi aslıyla, özüyle, tabiatıyla, hakikatiyle, varlığın aşkın hikmetiyle ve insanın yaratılış hikmetiyle arasındaki bağ olduğunu unuttuk büyük ölçüde. Bu bağı yaşatmadan, onun hakikatiyle irtibat kurmadan ne kendini ne başkalarını ne de âlemdeki herhangi bir şeyi sevemez insan. Çünkü sevme kabiliyeti bu deruni hakikatin membaından akar ancak hayata, hayatımıza…”

        Bu satırlar beni, bir yıl önce karaladığım ‘Sevgi- İman İlişkisi’ başlıklı yazıma götürdü. Bu vesileyle aynı kaynağa işaret ettiğini gördüğüm bu yazının (21.02.2022) bir kez daha hatırlanmasının iyi olacağını düşündüm.

        Sevgi- İman Denklemi

        Hangi konuda olursa olsun, gereği yerine getirilmedikçe sözün ve söyleyişin hiçbir önemi yoktur.

        Meşhur sözdür: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”, Lafla peynir gemisi yürümez.

        İman-sevgi denkleminden söz edildiği zaman derhal Allah’ın kulu ve şerefli elçisi, ahlakı Kur’an olmuş en sağlam örneğimiz, öğretmenimiz Hz. Muhammed’in kalplerimize iyice nakşedip hayatımızın her anında her yere taşımamız gereken şu meşhur hadisini hatırlarım:

        “Sizler, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”

         Denklem dediğim işte budur. Sevgi kelimesini iman ile aynı terazinin kefelerine koyan bundan daha güzel ifade edilmiş bir söz bilmiyorum.

        Sevdiğini mi söylüyorsun kardeşim, sev; lakin bunun eylem olarak bir karşılığı olmuyorsa yaptığın sadece papatya falı olduğunu bil, asla daha fazlası değil!

        Bencilce tutkularımızın adı değildir sevmek. ‘Al Yazmalım’ filminin repliğinde belirtildiği gibi sevgi emektir, daha çok hiçbir karşılık beklemeden vermek…

        Rabbimiz Al-i İmran 92’de benzer bir denklem çıkarır iman iddiasında olanların karşısına: “(Size gelince ey müminler) kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız ve her ne harcarsanız kuşkusuz, Allah ondan tamamıyla haberdardır.”

        Sevgi-iman-erdem konusunda daha geniş bir çerçeveyi Bakara 177’de gösteriyor Yüce rabbimiz:

 “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ (sorumluluk) sahipleri bunlardır.”

İnsanlık tarihi bir bakıma hesabını bu denkleme göre yapanlarla kendi hür iradeleriyle denklem dışında kalmayı tercih edenlerin, hesap kitap tanımadan kendi dengeleriyle birlikte var oluş dengesini bozmak için verdikleri mücadelelerin tarihidir.

Çağlar boyu anlatılan en kısa hikâyeyi hepimiz biliriz: Adam oğluna bir bağ vermiş; oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş…   

        Adam, nerede ismini duysa onunla arkadaşlıklarının yarım asrı aşan bir geçmişe dayandığını söyler, çok sevdiğini ballandıra ballandıra anlatırdı. Gerçekten de bu uzun süre boyunca birbirlerinden hiç kopmamışlardı.

        Ama denenmemiş, sınava tabi tutulmamış her ne varsa kupkuru bir iddia olurdu bu. Hep almaya alışık olanların becerebileceği bir şey değildi. Masallarımızda ve halk hikâyelerimizde âşıklar bu nedenle çetin sınavlara tabi tutulurdu. Cesaret ve fedakârlık olmadan o çetin yollar, sarp yokuşlar aşılamazdı.

        Bir gün arkadaşlardan biri kadim dostundan hayırlı bir iş için çoktan beri boş duran evini kısa bir süreliğine kullanmak istediğini söyledi; lakin arkadaşından olumlu bir cevap alamadı. Hiç de üstelemedi.

        Hâlbuki bu kaçırılmayacak, zayi edilmeyecek bir fırsattı. Allah’ın verdiği bir imkânı yıllarca arkadaşım dediği birinin ihtiyacına sunacak ve kazananlardan olacaktı. Bunu değil arkadaş, başka biri için hiç de tereddüt etmeden seve seve yapabilmeliydi. Bu saatten sonra böyle fırsat ya doğar ya doğmazdı.

        Elinden kayıp gitmişti sanki her şey, kalıcı zenginliğe dönüştürülemeyen o anla birlikte. Vicdanı ona yaptığının doğru olmadığını söylüyordu. Bir daha geri getirilmesine yazık ki imkân yoktu. O asıl hayrını vermekle göreceği iyilik treni çoktan uzaklaşmıştı istasyondan. Gidenin yerinde şimdi bir daha asla doldurulamayacak bir boşluk ve hüzün vardı.

        O vakte kadar orada burada arkadaşı için söylediği sevgi sözlerinin gerçekte içi doldurulmamış bomboş lakırdılar olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaynaklanan bir pişmanlık, azaba benzer bir hüzündü bu.

        Sevgi dilde kalan bir şey olmamalıydı. Aslında söze hele süslü sözlere hiç ihtiyacı yoktu sevginin. Sevdiğine dokunmayan veya dokunamayan bir şeyin adı başka bir şey olabilirdi amsa asla sevgi olamazdı.

        Rabbim sevgi- iman denklemini doğru kurup, işlemini de doğru yapanlardan eylesin.

        Selamların en güzeliyle…

        Hacı Halim Kartal/ 08 Mart 2023

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.