banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Cennet yurdumuzda on ilimizi vuran, on üç milyondan fazla kardeşimizi etkileyen iki büyük deprem sabahından beri Anadolu tekmil ayakta. Allah beterinden saklasın, felaket büyük, acımız büyük!

        Yakın tarihimizin kaydettiği 93 Harbi gibi, Balkan Faciası gibi büyük savaşların sebep olduğu yıkımları, göçleri hatırlatan bir seferberlik hali yaşıyoruzsanki... Bir anda yıkılıveren binlerce mesken, harabeye dönen şehirler, koca binaların enkazları altında yitiveren hayatlar, kıyamet sahnelerini andıran kaçışlar, çığlıklar, bitmeyen umutlar…

        Anadolu’nun her yerinden bir an önce bölgeye intikal etmeye çalışan yardım gönüllüleri, acil ihtiyaçları taşıyan araç konvoyları… Bir anda organize oluveren milyonlarca insanın el ele gönül gönüle yardımların toplandığı merkezlere koşuşturması; devletin ve yardım kurumlarının elindeki tüm imkânları kullanarak milyonlarca insanın sağlık, barınma, aş veya tahliye gibi acil ihtiyaçları için başlattığı seferberlik hali devam ediyor.

        Çok şükür ki bu imrenilecek, takdir edilecek bir hasletimiz olarak yerli yerinde duruyor. Büyük acılar bizi birbirimize daha çok yaklaştırıyor, görüyoruz; lakin felaketler ve ölümler karşısındaki refleksimizin onda birini dahi yaşarken gösteremediğimizi de çok iyi biliyoruz. Bu bakımdan ölürken veya ölümlerde başka, yaşarken yani hayatın normal akışı içinde başka bir görüntü veriyoruz cümle âleme.

        Bu çelişkili halimizi depremin dördüncü günü (09 Şubat Perşembe) Yen Şafak yazarlarından Gökhan Özcan’ın ‘Aynı Safta’ başlıklı yazısında gördüm. Okurken şu aşamada depremle ilgili kadim tartışmaları konunun uzmanlarına bırakarak öncelikle ve daha çok yazarın dikkat çektiği gibi ölürken başka, yaşarken başka olan bu çelişkili halimizin, bana göre asıl derdimizin, devasına yoğunlaşmamız gerektiğini düşündüm.

        Bir dostumuz, bir yakınımız veya komşumuzun vefatında cenaze törenine katılmak için itiş kakış camileri, cami avlularını, mezarlıkları dolduruyoruz. Taziyede bulunuyor, acılarına ortak olmaya çalışıyoruz. Oysa belki aylarca semtine bile uğramamış, son zamanlarında ne yaşadığından doğru dürüst haberimiz bile olmamıştır.

        Yazarın önümüze koyduğu tablo ve ardından belki irkilip kendimize geliriz umuduyla sorduğu can yakıcı sorusu:

        “Binlerce insanı aldı bizden bu felaket. Hepsinin acısı aynı… Arkalarından ağlarken birbirimizden farkımız yok. Ama o anın içinden çıkıp dünyaya geri döndüğümüzde muhtemel ki yine birbirimizi sevemez olacağız. Felaketler, musibetler, ortak acılar bizi birbirimize yakınlaştırırken, dünya yine uzaklaştıracak.

Milyonlarca insan kendiliğinden yardım için seferber olurken başka hiçbir şey düşünmüyor, bu büyük acıyı bir nebze dindirebilmek, yaraya merhem olabilmek için elinden geleni yapıyor. Hangi enkazın altında kim var diye bakan yok, şu binanın altından gelen ses kimin sesi diye soran yok. Ama enkazların tozu dumanı ortadan kalkmaya başladığında, gündelik itiş kakışımızın tozu dumanı birbirimiz için aslında ne kadar değerli olduğumuz gerçeğini yine görünmez hale getirecek.

Binlerce insanın hayat hikâyesine noktayı koyan o dehşetli sarsıntı saniyeleri, ondan öncesinde tutuştuğumuz kavgaların tamamının ne kadar da boş, ne kadar da anlamsız olduğunu hatırlattı bize. Ama birkaç gün sonra yazık ki bunu yeniden unutacağız.

Nasıl ki bu zor şartlar altında bir fayda üretmek için canını dişine takanı minnetle, takdirle karşılıyorsak; insan hayatını istismar eden herkesi ve her şeyi de elbette tespit ve teşhir etmeliyiz. Bu ağır tablonun ortaya çıkmasında ihmali olan, yaptığı işin hakkını vermeyen herkesi adaletin önüne çıkarmalıyız. İnsan hayatından çalanları, tedbiri elden bırakanları, geleni görmekten kaçanları elbette hakkıyla yargılamalıyız. Ama belki hepsinden önce yapmamız gereken bir şey var; düşünme biçimimizi artık değiştirmeliyiz. İnsanın hakikatinin bu ağır sarsıntının bizi getirdiği o ilk anın yalınlığında olduğunu yeniden idrak etmeliyiz. Dünyanın, bize insanı göremez hale getiren kirinden gözlerimizi, zihinlerimizi, kalplerimizi almalıyız.

Neden dünyaya geri dönünce her şey değişiyor peki? Ölümün, acının, çaresizliğin bizi birbirimizle önyargısızca buluşturabildiği yerde, hayat niye buluşturamıyor bizi? Ölürken böylesine beraber, böylesine kardeş, böylesine kaderdaş olduğumuz halde, yaşarken neden bu kadar uzaktayız, kopuk ve ayrıyız birbirimizden?”

Demem o ki asıl yaşarken sevsek, saysak birbirimizi.

Sevsek ve bu sevginin bir gereği olarak kandırmasak;

Dövmesek, sövmesek, incitip küstürmesek mesela…

Nihayet şu çifte standardımıza bir son verebilsek,

Her şey işte o zaman güzel olacak.

Özbek şair Babür Bobomurat’ın duasıyla bitiriyorum:

“Hep başın sağ olsun, kardeşim dostum

Düşmandan, afetten, çaresizlikten

Allah’ım saklasın tüm felaketten”

Selamların en güzeliyle…

Hacı Halim Kartal/ 13 Şubat 2023

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.