Ahlakımızdan, adaletimizden, kardeşliğimizden, merhametimizden ve değerlerimizden her türlü tavizi verdiğimiz ama itibarımızdan zerrece taviz vermediğimiz bir Müslümanlık yaşıyoruz. Sadeliğin yerini gösterişin, mütevazılığın yerini kibrin, nezaketin yerini kabalığın, samimiyetin yerini protokol kurallarının, kardeşliğin yerini menfaat hesaplarının aldığı bir dönemde imtihan oluyoruz…
Malda, makamda, lükste, konforda ve maddiyatta elitleşirken, ahlakta, kültürde, nezakette, merhamette ve insanlıkta büyük bir bedevileşme krizi yaşıyoruz.
Gırtlağına kadar mala, makama, mevkiye ve paraya batmış Müslümanların tüm bu şaşaanın ve gösterişin içinde nasıl da içten içe bir bedeviliği büyütüp beslediklerine şahitlik ettiğimiz, dünyayı değiştirmek için yola çıkan Müslümanların nasıl da dünyaya daldıklarına ve değiştiklerine hayret ettiğimiz dönemlerden geçiyoruz…
Allah ondan razı olsun Hz. Ömer, daha göreve geldiği ilk gün bu sorunu tespit etmiş ve halka yaptığı konuşmasında, “Allah’a yemin olsun ki, sizden hiç kimseye ‘Ömer göreve geldikten sonra değişti’ sözünü söyletmeyeceğim” diyerek malın, makamın, güç ve iktidarın kendisini asla değiştirmeyeceğine dair tarihi bir deklarasyon yayınlamıştı.
Ömer (r.a.) sözüne sadık kaldı. Değişmedi, elitleşme krizleri geçirmedi. Hz. Ali’nin (r.a.) “Halife Ömer’i (r.a.) Kâbe’yi tavaf ederken gördüm, elbisesinde birisi deri yama olmak tam 12 yama vardı” sözü, bu durumun en büyük şahididir.
“Halkın yiyemediği yemeği bana getirmeyin, onlar soğuk su bulamazlarsa bana da vermeyin” dedi. Hizmetçileriyle aynı sofrayı paylaştı. Onlarla dertleşti, hasta olduklarında bizzat evlerine ziyarete gitti.
Asla halktan kopmadı.
Hz. Ömer (r.a.), malına, makamına ve gücüne yaslanarak asla kabalaşmadı, merhametsizleşmedi ve bedevileşme krizleri de geçirmedi. Kudüs’ün anahtarlarını almaya giderken bile kibirlenmedi, egosuna yenilmedi. Yolda tek bir deveye kölesiyle birlikte sırayla binmekten gocunmadı. O mütevazılığı kuşandıkça Allah da dünyayı onun ayakları altına serdi.
Halkına ve valilerine sürekli nezaketi, mütevazılığı ve merhameti öğütledi. Gücü ve kuvveti, yüksek binalarda, lüks evlerde, dolgun maaşlarda değil, Hakk’a (c.c.) bağlılıkta gördü. “Evlerinizi üç odadan fazla ve bir adam boyundan yüksek yapmayın ki, dünyaya bağlanıp ahireti unutmayasınız. İktidarınız sürsün ve Allah size yardım etsin istiyorsanız sünnete sarılın! Sünnete sarılın ki; devletiniz baki kalsın” dedi.
Taktığı kravat iğnesi bilmem kaç asgari ücretlinin maaşıyken, tatilde harcadığı para birkaç gecekondu mahallesinin elektrik faturasını karşılarken, yediği serpme kahvaltı Suriyelilerin çadır kentlerinde dağıtılan erzaklardan daha fazlayken tasarruftan, mütevazılıktan, Efendimiz’in (s.a.v.) açlıktan karnına bağladığı taştan falan bahsetmedi. Tüm bunları söylerken de söylediklerini uygulamanın cesareti ile söyledi. Bir ağacın altında toz toprak içinde uyurken bile Bizans’ın elçilerini titretti, imparatorlarının kalbine korku saldı.
Daha birkaç ay önce sıradan bir memur olduğunu unutup bir makama gelince ayak ayak üstüne atıp önüne geleni fırçalayan bürokrat karakterine bürünmedi, güç krizleri geçirmedi, parayı bulunca akrabalarını, dostlarını ve eski mahallesini terk etmedi. Aksine halife olduktan sonra bile mesai saati bitince geceleri, kimsesiz ve yaşlı kadınların evlerine gidip hamurlarını yoğurdu, koyunlarını sağdı, onlar için sırtında un taşıdı.
Allah ondan razı olsun. Hz. Ömer’in şahsiyeti, bizim dünyaya, lükse ve konfora dalıp, halktan koparak geçirdiğimiz elitleşme krizlerimiz, mala ve makama yaslanıp kabalaşarak ve merhametsizleşerek geçirdiğimiz bedevileşme krizlerimiz için en etkili reçetedir.