banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

“Bekayı hak tanıyan sa’yi bir vazife bilir

         Çalış, çalış ki beka sa’y ile hak edilir”

        Vefatının 86. Sene-i devriyesindeyiz. Birkaç gündür Safahat’ını okumaya çalışıyorum hayatını imanına şahit kılmış şairin.      

        Yukarıdaki beyit Safahat’ın dördüncü bölümü olan Fatih Kürsüsünde, ‘Vaiz Kürsüde’ başlığı altında yer alıyor. Vaiz göklere, yere, maddenin en küçük parçası olan atomlardan yıldızlara hatta galaksilere kadar âlemlerden söz ediyor; kademe kademe, her varlığın özüne Allah’ın yerleştirdiği temel yasa ‘var oluş yasası’ hakkında bilgi verip her bahsin sonunda bu beyti tekrarlıyor. Bu tekrarlardan anlıyoruz ki vaiz hitap ettiği kitleye vermek istediği mesajının özü bu beyitle iletiyor.

        Allah’ın kâinatta yarattığı bütün varlıkların birbiriyle uyumlu işleyişini düzenleyen ‘Sünnetullah’ dediğimiz yasasına mükemmel bir kurgu ile altı defa dikkat çekilen uzun bir girişten sonra bu temel varlık yasasını doğru anlamış toplumlarla anlamamış olanların durumları türlü misallerle insanların ibret nazarlarına aktarılıyor.

        “Kamer çalışmadadır, gökle yer çalışmadadır;

         Güneş çalışmada, seyyareler çalışmadadır.”

         Prof. Alev Sınar Uğurlu’ya göre Fatih Kürsüsü’nden seslenen Mehmet Akif’tir. Zaman, Balkan Savaşları’nın bozgunlara, bozgunların büyük kayıplara ve felaketlere dönüştüğü zor yıllarıdır milletin. İşte böyle bir ahval ve şerait içinde manzum bir vaaz şeklinde düzenlediği eserinde M. Akif, genelde kâinatın, özelde toplumun ve insanın varlığını devam ettirebilmesi için en temel prensip olan ‘çalışma’ konusu üzerinde duruyor.

        Bölümün başında şiir anlayışını görüyoruz şairin:

        “- Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim…

        İnan ki: Her ne demişsemgörüp de söylemişim.

        Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:

        Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!”

        Fatih, çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği yerdir Akif’in. Fatih Camii babası Tahir Efendi’nin dersiam yani medrese hocası (müderris) olarak görev yaptığı mekândır. O da tıpkı babası gibi cami kürsüsünden duyurmak ister sesini. Siyasi, sosyal her konuda halkı bilgilendirmek ve uyarmak için şiirinde olduğu gibi gerçek hayatta da sık sık cami kürsüsünü kullandığı bilinmektedir. Eser 1913-1914 yılları arasında Sebil’ür-reşad’da tefrika edilmiş, 1914’te kitap olarak ilk basımı yapılmıştır.

        Fatih Kürsüsünde isimli bu manzum vaazı okurken günümüzden 111 yıl önce kaleme alınmış bu eserde şairin penceresinden bakınca neler gördüğümü onun dilinden aktarmak istiyorum.

        Her şeyden önce milletin bir ferdi olarak içinde kopan fırtınaları gördüm. Cahilliğimiz, tembelliğimiz, ilgisizliğimiz ve bunlardan daha önemlisi sorumsuzluğumuz gibi belli yanlışlarımız sebebiyle büyük acılar yaşadığını gördüm. Taşlara çarparak geri dönen kendi kalbine saplanan feryadını, canhıraş çırpınışlarını gördüm.

        “Nedir bu meskenetin, sen de bir kımıldasana!

         Niçin kımıldamıyorsun? Niçin? Ne oldu sana?

         Niçin mi? “Bu fani hayata yok meylin!

         Onun neticesidir sa’ye (çalışmaya) varmıyor elin.

         Değil mi?... Ben de inandım! Hüda bilir yalan!”

         İstiklal ve istikbal kelimelerini çok kullanan şair, biliriz ki bu kavramlar üzerinde çok hassastır; lakin üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyip atmadan iman, tevekkül, kader gibi kavramlarla ilişkimizi peygamberimizin yaşadığı saadet asrındaki anlamlarıyla yeniden kurmadan yani asırların birikimi hurafe tortularından kurtulmadan yani ‘Allah’a dayanıp sa’yesarıl’madanvaracağımız yeri bugünlerde de siyasetimizde karşılığını gördüğümüz şu mısralarla dillendirir Fatih Kürsüsünden cümle âleme:

        “Dilenci mevki’i, milletlerin içinde yerin!

        Ne zevki var, bana anlat bu ömr-i derbederin?

        Şimale doğru gidersin: Soğuk bir istikbal,

        Cenuba niyyet edersin: Açık bir istiskal!

        “Aman Grey! Bize senden olur olursa meded…

        Kuzum Puankare! Bittik… İnayet et, kerem et!”

        Dedikçe sen, dediler karşıdan: “İnayet ola!”

        Dilencilikle siyaset döner mi, hey budala?

        …

        Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,

        Üzengi öpmeye hasretti Garb’ın elçileri!

        O ihtişamı elinden niçin bıraktın da,

        Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?”

        Şu uzun kış gecelerinde üzerinde yaşadığımız coğrafyaya, dünyaya; insana ve müzmin sorunlarımıza biraz da Süleymaniye Kürsüsü’nden Fatih Kürsüsü’nden Safahat’tan hülasa Mehmet Akif Ersoy’un penceresinden bakmaya ne dersiniz.

        Ebediyete yolcu edilişinin 86. yıldönümünde İstiklal ve istikbal şairimizi rahmetle, minnetle şükranla anıyoruz.

        Makamı ali, mekânı cennet olsun.

        Selamların en güzeliyle…

        Hacı Halim Kartal 26 Aralık 2022 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.