Oldukça geniş bir çağrışım alanına sahip bu başlığın her şeyden önce insanca Müslümanca duruşun başladığı yeri işaret ettiğini düşünüyorum.
Kelime-i tevhidin hayır anlamındaki ‘la’ ile başlamasının nedeni bu olsa gerek. Yani önce ‘la’ ile zihni arınmayı gerçekleştirip ihtimalleri sıfırlamak ve zemini büyük ve mutlak gerçeğe hazırlamak gerekiyor. Ta ki zihin her türlü tortudan temizlensin ve oraya âlemlerin Rabbi olan Allah, mülkün gerçek sahibi, kendisine itaat edilmeye layık tek varlık, sınırsız ve sonsuz bir gücün ve merhametin yegâne kaynağı olarak tam bir iman ve teslimiyetle yerleştirilebilsin.
Allah, kulunun kalbinde bu şekilde yer tutmuşsa kul bilir ki mülkün gerçek sahibi O’dur hiçbir şey O’na eş ve benzer olamaz, varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Yarattıklarının hepsi, her şey fanidir, baki olan sadece Allah’tır. Bu inanç, kulun her konuda Allah’ın rızasını her şeyin üzerinde tutmasının temelini oluşturur. İşlerinde ve eylemlerinde hesabı verilebilir bir sağlam bir çizgi üzerinde yürür bu sayede. Sorumluluklarını yerine getirirken ‘Allah ne der?’ hassasiyetinin hizasına hiçbir hassasiyeti yaklaştırmaz.
İşte bu duruşun itiraz hakkımızı kullanabilme bağlamında çok büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Haklarını, sorumluluklarını bilir; itirazı gerektirecek bir durum olursa bu hakkını da en iyi şekilde kullanır.
İtirazın en temel haklarımızdan biri ve en önemlisi olduğunu bilmemiz çoğu zaman bunu kullanabildiğimiz anlamına gelmiyor. Sabahtan akşama karşılaştığımız insanların yığınla teklifinden bazılarını geri çevirirken bazılarını içimize sinmese de kabul ediyoruz. Bu durum adamına göre yani teklif sahibinin mevkiine, statüsüne, nüfuzuna göre değişiyor. Bazılarının ne istediklerini söylemelerine bile fırsat vermeden reddederken bazılarını geri çevirmeyi o kadar kolay beceremiyoruz maalesef.
Oysa yaşadığımız toplumda insan olarak asıl gücümüz ve saygınlığımız bu hakkımızı kullanabilme irademize göre şekilleniyor. Bir hak kullanabildiğimiz zaman hakkımız oluyor. Kullanmadığımız veya kullanma irademizin önüne çıkarılan engelleri aşmak için mücadelesini vermediğimiz haklarımız hak olmaktan çıkmıyor; ama bizim de olmuyor.
Fert olarak da toplum olarak da gücümüzü, ağırlığımızı yerinde ve zamanında bedeli ne olursa olsun bu itiraz etme haklarımızı kullanabilme irademiz, bu uğurda verdiğimiz mücadelemiz belirliyor.
Kolay gibi görünse de pratikte öyle olmadığını yaşayarak, izleyerek görüyoruz… Adam gözümüzün içine baka baka apaçık hakikate aykırı bir şey söylüyor, dinliyoruz; lakin o anda ‘Hayır, o öyle değil!’ demek apaçık bir hak iken itiraz irademizi kırıp dağıtmaya ayarlı şu kahrolası ‘ayıp olur’ dalgası karşısında kendi kendimizi perişan ediveriyoruz. Oya imanımızla sınandığımız bir kırılma anıdır o an; çünkü inandığımızı söylediğimiz peygamberimizin haksızlık karşısında susmanın dilsiz şeytan olmakla eş değer olduğu hadisini bilmemize rağmen kırılıp kaybedenlerden oluyoruz. Hakkımızla birlikte şerefimizi de kaybediyoruz aslında.
Topluca edilen dualarda görevli çoğu zaman artık iyice kanıksadığımız şekilde bildiğimiz veli veya şeyhlerin isimlerini anarak dualarımızı onların yüzü suyu hürmetine kabul etmesini istiyor Allah’tan. Hâlbuki Rabbimizin kullarına öğrettiği dualarda en çok okuduğumuz Fatiha’dan biliyoruz ki ‘Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım isterim’ var da asla ‘yüzü suyu hürmetine’ yoktur; lakin dua cümlesi ne olursa olsun hepsine ‘âmin’ diyen insanlardan biri de hiç olmazsa duadan sonra bir çaba gösterip de itirazda bulunmaz. Bunun bir yanlışlık olduğunu bilse de itiraz hakkı gibi görmez. Hâlbuki Rabbimiz “Hakkı batıl ile karıştırmayınız ve bile bile hakkı gizlemeyiniz.” 2/42 buyuruyor.
Bunun gibi yığınla örnek bulabiliriz.
Kölelerin efendilerine itiraz etmeleri de yıllarca ağır vesayetler altında tutularak ne istenirse yaptırılmış ülkeleri sözde yönetenlerin de vasilerine itiraz edebilmeleri o kadar kalay olmuyor mesela. En küçük itirazların askeri darbelerle bertaraf edildiği, insan hakları ve özgürlüklerinin zerrece dikkate alınmadığı yerlerdir böyle ülkeler.
Ağır bedelleri olsa da ülke olarak itiraz etme haklarımızı yeni yeni kullanıyoruz. Sınırlarımız dibindeki ‘oldu bitti’lere itiraz ediyor, gerektikçe müdahalede bulunabiliyoruz. Dünya ölçeğinde sürüp gitmekte olan zulümlerin temel nedeni olan beşli yapılanmaya itiraz ediyoruz. Kendi içimizde düne kadar acımasızca uygulanan en temel hak ihlallerine itiraz ediyor, düzeltilmesi için verilen emeklerin boşa gitmediğini görüyoruz. Bu durum iç ve dış vesayet odaklarına karşı küçümsenemeyecek mesafeler elde ettiğimizin emarelerinden bazılarıdır.
İtiraz etme hakkımızı kullanmayı öğrenmek ille de kavga etmek değildir; lakin insanlık onuruna yakışan tavır yahut Müslümanca duruş neticesi kavga olsa bile her şeye rağmen bunu göze alabilmektir. Korkunun ecele faydası yoktur çünkü.
Hakkı her şeyin üstünde tutma irademizi ne kadar sağlam tutabilirsek itiraz etme hakkımızı da hayatlarımıza taşımış olacağımızı biliyoruz. Kendimize saygımızı koruyabilmemizin başka yolunu bilmiyorum.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/20 aralık 2022