Câbir (R.A.) şöyle anlatıyor, Efendimiz (S.A.V.) ile birlikte iken buyurdu ki:
“Allah katındaki değerinizi öğrenmek ister misiniz? O halde Allah’ın (emir ve yasaklarının) kendi hayatınızdaki değerine bakın. Kişi, Allah’ı ne kadar tazim ederse (emirler ve yasakları konusunda ne kadar titiz davranırsa) O’nun katındaki değeri de o kadardır” (Kandehlevi). Yani Allah’ın farzlarını yerine getirmek ve haramlarından kaçınmak için gösterdiğimiz teyakkuz hali ve ciddiyet, bir anlamda ahiretimizle ve Allah katındaki değerimizle ilgili bize ciddi ipuçları verir.
Sosyal, siyasal, ekonomik ve ahlâki alandaki her tercihi Allah’ın emir ve yasaklarına göre şekillendirmek, Allah’ın reddettiklerini reddetmek ve tüm hayatı bu bilinçle inşa etmek, Allah katındaki değerimizin daha dünyadayken en önemli göstergelerindendir.
Hayatın her alanında ortaya koyduğumuz davranışlarımızın, tercihlerimizin, ret ve kabullerimizin Allah’ın kitabına ve Resulünün (S.A.V.) sünnetine uygunluğu ne ölçüde ise Allah’ın bize vereceği değer de o ölçüde olacaktır. Aile hayatımızda, düğünümüzden çocuklarımızı yetiştirmeye, internet kullanımımızdan izlediğimiz dizilere, komşuluk ve akrabalık ilişkilerimizden alışverişlerimize kadar, attığımız her adımda ve sergilediğimiz her davranışta Allah’ımızın emir ve yasaklarına ne kadar değer veriyorsak Allah da bize o kadar değer veriyordur.
Ticaret hayatımızda, ekonomik planlarımızda, borç alışverişlerimizde, para muamelelerimizde Allah’ımızın emir ve yasaklarına ne kadar değer veriyorsak Allah da bize o kadar değer veriyordur. Siyasi tercihlerimizde, gelecek planlarımızda, hedef ve ideallerimizde, günlük programımızda Allah’ımızın emir ve yasaklarına ne kadar değer veriyorsak Allah da bize o kadar değer veriyordur.
Bir sahabe, Efendimize (S.A.V.), “Ey Allah’ın Resulü! Allah’ın velileri kimlerdir?” diye sordu, Hz. Peygamber şöyle cevap verdiler: “Görüldüklerinde insana Allah’ı hatırlatan kimselerdir” (Heysemi). Allah’ı hatırlatmak, ancak kamusal alandan siyasi ve ekonomik alana kadar hayatın her safhasında Allah’ın emir ve yasaklarını öncelikli ölçü haline getirebilenlerin yapabileceği muhteşem bir şuur halidir. Bu muhteşem şuur halini de ancak hiçbir dünyalığın şehvetine kapılmayan, çelik gibi sinirleri olan, geri adım nedir bilmeyen, bir mermi gibi hedefine kilitlenmiş, bilgiye önem verdiği kadar, bilince/şuura da önem veren, tebliğe önem verdiği kadar temsile/örnekliğe de önem veren, Allah’ına kul olamayan davasına er olamaz bilinciyle hareket eden, ilk ve öncelikli görevinin âlemlerin Rabbi olan Allah’a kulluk olduğunun bilincinde olan şuurlu Müslümanlar kuşanabilir.
Müslüman, görev adamıdır. En büyük görevi ise Allah’a kulluktur. Çünkü kulluk, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın insana yüklediği en büyük sorumluluktur. Bu görev ifa edilmeden diğer tüm görevler anlamsız kalacaktır. Kulluk bilincinin şuuruna erişildiği zaman dünyanın tüm cazibeleri basitleşir, tüm yorgunluklar huzura dönüşür.
Eğer sonunda kulluğun tek gayesi olan Allah’ın rızası varsa tüm çileler zevkle göğüslenir. Hayatı değerli kılan kulluk bilincidir. Varlık gayesini gerçekleştirebilmek, hayatı boş ve anlamsız bir döngü olmaktan çıkarabilmek hep bu yüksek şuur seviyesiyle ilgilidir.