banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Yurdum insanı işte böyle... Bağrından Nasreddin Hocalar, Dümbüllü İsmailler, Şener Şenler, Kemal Sunallar, Cem Yılmazlar çıkaran bir toplumun ferdi olarak, ciddi konulardan bile bir gülümseme bir komiklik çıkarmayı becerebilenlerle aynı toplumda yaşıyor olmaktan oldukça mutlu ve mesudum.

Yine her konudan bir ‘açlık’, ‘bir tükenmişlik’, ‘bir yok oluş serüveni’ çıkarabilen insanların yaşadığı bir toplumun ferdi olmak da güzel.

Öyle monoton bir yaşam düzeyinde arzı endam etmektense, en uç düşüncelerin dahi ifade edilebildiği, olmadık konulardan olmadık sonuçlar çıkarılabildiği, eleştiriler, övgüler düzebilmenin becerilebildiği, bir toplum içinde yaşamak daha güzel olsa gerektir.

Ancak, çoğu zaman olması gereken çizgilerin, sınırların aşıldığını da görmüyor değiliz bu hengâme içinde... Bazen, siyasi bir hırs uğruna, sahip olunan ideoloji sebebiyle, sahip olunan bağnazlık nedeniyle, yaşanılan ideolojik körlük nedeniyle, öylesi gerekçelerle milletin huzuruna çıkılıyor ki deyim yerinde ise gerçekten de beyin yakan bir durumla karşı karşıya kalabiliyoruz.

Ben çocukluğumda, ilkokulda öğretmenlerimin “Türk Milletinin ne kadar çalışkan ne kadar zeki” olduğunu öğreten sözleriyle büyütüldüm. “Atatürk’ün liderliğinde kurulan Cumhuriyetin, bu ülkenin kalkınmasında en ideal rejim olduğunu” anlattılar hep. “Çağdaş uygarlık yolunda emin adımlarla yürünmesi hatta koşulması” gerektiği öğütlendi. Gerçekler de böyle olmalıydı zaten.

Gerçekten de cumhuriyet, 600 sene dünyaya hükmetmiş, koskoca bir imparatorluğun çeşitli sebeplerle çökmesinin ardından kurulan ve Türk Milleti için en ideal bir yönetim şekli olan cumhuriyete kavuşmuş ve çok büyük bir atılım süreci yaşamıştır, ilk çeyrek yüzyılında.

Atatürk’ün aramızdan ayrılmasının ve çok partili sisteme geçilmesinin ardından başımıza gelmedik kalmamış, siyasetin çirkin uygulamaları yüzünden başbakanlar, bakanlar asılmış, darbeler, muhtıralar, mektuplarla milletimize adeta nefes aldırılmamış, silahların dipçikleri milletin kafasının üzerinden bir nebze olsun geri çekilmemiştir. Milletin üzerine, “zekâsını; teknolojiye, bilime kullanmasın, dünyadaki emperyalist ve kapitalistlerin kurduğu düzen bozulmasın” diye adeta planlar, programlar geliştirilmiştir...

Milletin en doğal hakkı olan giyim kuşam özgürlüklerinden tutun da inançları doğrultusunda yaşama hakkının dahi önüne barikatlar kurulmuş, Batı, teknoloji ile sanayi ile uğraş verirken bizdeki iktidar sahipleri incir çekirdeğini dahi doldurmayacak meselelerle halkın üzerine sürekli olarak korkular pompalamıştır. Her darbe rejiminden sonra Türk Milleti sandıkta gereken demokrasi dersini vermiş ama sandığın hemen ardından yeni bir darbe korkusuyla yaşamaya mahkûm edilmiştir.

Geçtiğimiz 70 yılda yani 1960 yılından bu yana 43 hükumetin ortalama ömrü sadece ve sadece 1,6 yıl olarak gerçekleşmiştir.

Bu hükumetler darbecilerin koyduğu kanunları, kuralları uygulamaktan, ülke kalkınması için yapılması gereken icraatlara zaman bile ayıramamışlardır.

1966 yılında ilkokula başladım. Dünyayı bu vesile ile tanıma şerefine eriştim. O tarihlerde “Yerli Malı Haftası” düzenlenirdi. Herkes evinden; buğday, arpa, yulaf, mısır, fiğ gibi tarım ürünleri getirir ve sınıfın bir köşesine yerli malı köşesi yapılırdı. Biz bir tarım ülkesi idik. “On kamyon buğday satar bir adet dikiş makinesi alırdık.” Durumumuzu böyle örneklendirirdi öğretmenlerimiz.

‘Almancılar’ ülkemize izine gelir, fırdöndü kül tablaları, kullan-at çakmakları ile biz köylülere ‘Almanya’nın ne kadar da zengin olduğunu’ defalarca anlatırlardı. Bizler de ağzımızı açar onları dinlerdik. İzine gelirken binip geldikleri otomobillerin etrafına çember oluştururduk köy çocukları olarak.

Sonra asker oldum. Uçakları, silah sistemlerini falan gördüm. Dünyanın en şanlı, en kahraman, tarihi zaferlerle dolu Türk Ordusu’nun bir neferi olarak daha içine girer girmez moralim alt üst oldu. Uçak malzeme deposunun tamamına yakını ABD menşeili malzemelerden oluştuğunu gördüm. Uçaklar, araçlar hibe idi ancak uçağın bir cıvatası bin dolarlara temin ediliyordu.

6625-00-683-1686 on dört haneli numaraları vardı bütün malzemelerin. 6625’ten sonraki ‘00’ malzemenin hangi devle ait olduğunu gösterirdi. ‘00’, ABD menşeili malzemeleri işaret ederdi. Devamla; 01, 02, 03, 04, 05, 06, 07, 08,09 bunlar hep ABD malzemeleri idi. On binlerce parçadan müteşekkil ranzalar da ABD malları arz-ı endam ederdi. Mesela 15 İtalya’ı işaret ederdi. ‘12’ Almanya’yı... ‘99’ İngiltere’yi. ‘27’ ise Türkiye koduydu. Gözlerim hep ‘27’yi arardı. ‘00’ ile oluşturulan malzemeler, elektronik cihazları, uçakları, uçak çalıştırma araçlarını, radarları v.s. teknolojik malzemeleri işaret ederken, ‘27’ ise tornavida, anahtar takımı gibi el avadanlıklarını bir de kâğıt-kürek diye tabir edilen yani kırtasiye malzemelerini belirlerdi. Kaldı ki onları bile kullanmaz bu malzemelerin dahi ABD menşeili olması tercih sebebi idi.

Tıpkı ilkokuldaki yerli malı haftasında duvara asılan arpa-buğday ürünlerinden başka malzememiz yoktu raflarda.

Demem o ki Kahraman Ordumuzun bir ferdi olarak, ilkokuldan itibaren beynime kazınan tarihi zaferlerle dolu Türk Milletinin Ordusu içinde, tekrar edeyim ki moralimin alt üst olduğu durumlar yaşıyordum.

Elin oğlu kendisine öyle bir göbekten bağlamıştı ki Türk Milletini, eğer ABD ile ufak bir sorun yaşasak mesela gökyüzündeki uçak sesine hasret bırakacak bir düğüm atmış göbeğimize. Bunun bariz örneğini 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda canlı olarak gördük, yaşadık hep birlikte.

1960’lı yılların başında bir yerli otomobil sevdası sarmış Türk Milletinin kalbini. Her şeyi tamamlamışlar ve tam görücüye çıkacakken “benzin koymayı unuttuk” deyip dalgasını geçmişler milletimizle. Zamanın darbecileri de “tamam iptal ediyoruz, atın şunu bir kenara” deyip atıvermişler çöpe. Üzerine gitmemişler konunun, kararlılık gösterememişler. Ama kahraman hep onlar olmuş, siyasiler ise bu ‘memleketin hainleri’ durumuna düşürülmüş. Bunu ispatlamak üzere de dipçiklerini hep enselerinin üzerinde gezdirmişler... Milletin çocukları üzerine, milletin silahlarını, onların kâbusu yapmışlar sürekli olarak...

1930’lu yıllarda Vecihi Hürkuş uçaklar yapmış kendi ülkesinde uçuş izni alamamış ve uçurmak için Çekoslovakya’ya gitmek zorunda bırakılmış.

Nuri Killigil’in kurduğu uçak Fabrikası 1949 yılında patlamış ve bir parçası dahi bulunamayan Nuri Killigil ile birlikte 29 kişi bu olayda ölmüştür.

Kapitalizm ülkemizin önüne hep engeller çıkarmış, ne silah sistemleri ile ilgili ne de ulaşım araçlarıyla ilgili bir girişime müsaade etmemiş ve çeşitli yollarla bu girişimlerin önü kesilmiş devamlı surette.

Uzatmayalım İHA, SİHA, DİHA, KİHA, uçak, füze, mühimmat, otomobil, tank, tüfek konularında bundan yıllar önce “Türkler bunu yapacaklarmış” deseler, deli damgasını yiyecek olanlar bugün bu araç gereç ve silah sistemlerini yapınca bu defa da onların yaptıklarını alaya almaya, onlarla gırgır geçmeye ve değersizleştirmeye çalışıyorlar. Bunu yapanlar hep Batı’nın emperalizm, kapitalizm düzeni içinde rol alanlardır. Bilmeden bu oyuna gelenleri ise er geç bu nahoşluğu anlayacaklar ve yapılan yanlışlara alet olmayacaklardır, diye düşünüyorum şahsen. Onlar yani emperyalistler maalesef ki, memleketimiz içinde de kök, budak salmış durumdadırlar.

Keşke 70 sene önce bu konularda ‘masallar’ anlatılmaya çalışılsaydı ve o ‘masallar’ bugün gerçekleşme yoluna girseydi. İşte şimdi yapılanları, şu an anlatılan ‘masallar’  olarak kabul etsek ve zamanla romana, hikâyeye ve şiire çevirebilecek imkânları sunabilsek ve 70 yıl sonra torunlarımızın uçak malzeme depolarında “27” kodlu malzemelerin % 99’lu oranlara ulaştığı mirasını onlara bırakabilsek. “Muasır medeniyetin” içinde yaşatabilsek onları...

Gelin eğer mutlu olacaksanız,  TOGG’u şu an yüzde birini yerli olarak tanımlayalım. Her geçen gün geliştirip 70 yıl sonra bir Türk Markasının çocuklarımızın yüzlerini gülümsetmesine sebep olalım, kötü bir şey mi yapmışız, iyi bir şey mi yapmışız bunu 70 yıl sonra onlar değerlendirsin. Sonra yanımıza gelince onlardan öğrenelim neler yaşandığını. Keşke 70 yıl önce bunu yapsalardı da ben geçmişimi iyilikle yad edebilseydim bu konuda.

TOGG ile dalga geçenlerin şapkalarını önlerine koyup yeniden düşünmelerini tavsiye ederken, siyasetin çirkin yanlarına değil, güzel yanlarına odaklansak ve vatan millet ülküsüyle çalışkan bir neslin yetişmesine katkı sunsak...

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.