Günde beş vakit namaz kılmamıza rağmen, kıldığımız namaz bitince “Feveylun lil musallîn”, “Vay o namaz kılanların haline” (Maun, 107/4) tehdidine muhatap oluyorsak, namazımız hayatımıza, ekonomimize, siyasetimize, aile hayatımıza, çocuk eğitimimize, ticaretimize, ahlakımıza etki etmiyorsa, namaz kıldığımız halde kul hakkına giriyorsak, torpil ve iltimas yapıyorsak, ihaleye fesat karıştırıyorsak, rüşvet yiyorsak, harama bakıyorsak, ahlaksız dizilerin müptelası olmuşsak, gıybet ediyorsak, iftira ediyorsak, insanların haysiyet ve şerefiyle oynuyorsak, başkalarının ırzına ve namusuna göz dikiyorsak, eşimizi aldatıyorsak, vay bizim halimize!
Ne o namaz, ne o rükû ne de o secdeler bizi kurtarmaz…
İslamcı bir kimlikle tanınmamıza rağmen, hacı olmamıza, her yıl umrelere gitmemize, dev bütçelerle iftar organizasyonları yapmamıza rağmen, ticaretimizde “Veylun lil mutaffifîn”, “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline” (Mutaffifin, 83/1) tehdidine muhatap oluyorsak, müşterimizi kandırıyorsak, çekimize, senedimize dikkat etmiyorsak, aldığımız borcu vaktinde ödemiyorsak, stokçuluk, fırsatçılık yapıyorsak, faizin dibine batmışsak, biriktirdikçe biriktiriyorsak, komşumuzun kazancına engel oluyorsak, açlara, gariplere, yetimlere, mazlumlara sahip çıkmıyorsak, yaptığımız iyilikleri başa kalkıyorsak, işçilerimizin hakkını vermiyorsak, personelimize zulüm ediyorsak, çevremizde mini bir Karun, namazlı bir tefeci olarak tanınıyorsak, vay bizim halimize!
Ne o hacılık, ne o umreler ne de o iftarlar bizi kurtarmaz…
Sakallı, tesettürlü, namazlı bir Müslüman olmamıza rağmen, insani ilişkilerimizde “Veylun li kulli humezetin lumezeh”, “Arkadan çekiştirip duran, ayıp, kusur araştıran, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin vay haline” (Hümeze, 104/1) tehdidine muhatap oluyorsak, arkadaşlık, komşuluk ve akrabalık ilişkilerimizde, İslami ve siyasi çalışmalarımızda, iş ortamlarında; gıybetçi, dedikoducu, laf taşıyıcı, insanları tahkir edici, fitneci, arabozucu bir kimliğimiz varsa, insanlar elimizden ve dilimizden emin değillerse, girdiğimiz ortamları birer gıybet meclisine çevirip ifsad ediyorsak, tanıdıklarımız bize arkalarını dönmeye çekiniyorlarsa, acaba arkamızdan ne dedi diye korkuyorlarsa, vay bizim halimize!
Ne o sakal, ne o tesettür ne de o İslami çalışmalar bizi kurtarmaz…
Binlerce ayeti ve hadisi ezbere bilmemize rağmen “Ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlen”, “Ayetlerimi az bir pahaya satmayın” (Bakara, 2/41) tehdidine bir Yahudi ilim adamından daha çok muhatap oluyorsak, hakkı açıkça söyleyemiyorsak, hakikatin yanında saf tutamıyorsak, kazanımlarımızı ve dünyalıklarımızı kaybetmekten korkup susuyorsak, ümmetin genel menfaatini değil, şahsi menfaatimizi, kendi derneğimizin, yurdumuzun, kursumuzun, partimizin, tarikatımızın, hizbimizin, grubumuzun çıkarları için yanlışlara sessiz kalıyorsak ya da sadece bize dokunulunca feryat ediyorsak, tevil üstüne tevil yapıp, ehven-i şerreyn’e sığınıyorsak, vay bizim halimize!
Ne o bilgiler, ne o ezberler ne de bu yazdıklarımız bizi kurtarmaz…
“Yâ veyletenâ mâ li hâzâl kitâb…” “Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Vay bizim halimize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar” (Kehf, 18/49) Kitabımızın getirileceği, gizli ve açık yaptıklarımızın bir bir ortaya döküleceği, namazımızın, sakalımızın, tesettürümüzün, hacılığımızın, İslamcılığımızın hayatımıza ne kadar etki ettiğinin görüleceği, uğruna dinimizden, şahsiyetimizden, kimliğimizden, hedef ve ideallerimizden taviz üstüne taviz verdiğimiz bu dünya hayatının gerçekte bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunun anlaşılacağı ve parmaklarımızı ısırarak “vay bizim halimize” diyeceğimiz o dehşetli gün gelmeden evvel derlenip toparlanalım…
Yoksa böyle bir Müslümanlık bizi kurtarmaz…