Baktığı her şeyi kaba, çirkin ve kötü görüyordu. Oysa gözlüğünü değiştiriverse yahut camlarında biriken asırlık tozları siliverse gerçeğin hiç de göründüğü gibi olmadığını anlayabilecekti. Ama yapmıyordu işte. Belki böyle bakmaya, böyle baktığı için de böyle görmeye iyice alışmış, kanına iliğine işlemişti böyle yaşamak. Öldürsen değişmez, başka türlüsü asla ve kat’a olmaz, olamazdı.
Alışkanlık böyle bir şeydi. Kolay kazanılırdı, daha kötüsü bağımlılığa kadar varabilirdi ucu; lakin bırakmaya gelince bu o kadar kolay olmuyordu. Bir defa kullanmaktan kimseye bir şey olmaz mantığından yola çıkıp da iflah olan tek bağımlı gösterebilir misiniz?
Saplantılı bakışların, nihayet aklı ve iradeyi devre dışı bırakan bağımlılıkların insanları ne hallere düşürdüğünü anlatmak için bu şekilde başlayan birçok hikâye yazılabilir… Adına en iyisi ‘kötümserlik hastalığı’ diyelim. Takım fanatikleri takımlarına bağlılıklarını ‘ölümüne’ kelimesiyle ifade ederler ya, onun gibi bir şey bu!
Edebiyatımızda Tanzimat Dönemi şairlerinden Ziya Paşa’nın şu beytindeki söylemi bu kabil hastalıklı bakışlara örnek teşkil edebilir sanırım:
“Bi baht olanın bağına bir katresi düşmez
Baran yerine dürr ü güher yağsa semadan.”
“Bir adam bahtsız ise gökten yağmur yerine inci ve mücevher yağsa onun bağına bir damlası bile düşmez.” Diyor şair.
Ünlü gazelinin ilk beytinde ‘dünyaya gelip de varlığın kan dolu çeşmesinden bir yudum içenin başına bela yağmurlarının sağanak halinde yağacağını’ insanın yazgısının bu olduğunu bundan, kurtuluşunun olmayacağını belirterek daha kötüsünü de ifade etmekten çekinmiyor.
Z. Paşa’nın insana, hayata ve kâinata dair ünlü gazelinden yayılan bu karamsarlık Servet-i Fünun kuşağında zirveye ulaşır. Dönemin hikaye ve romanlarındaki kişiler iyice içlerine kapanmış, hayata tutunma ümitlerini yitirmiş, karamsar hayal âlemlerini kendileri için en iyi sığınak gören tiplerdir. Mai ve Siyah’ın Ahmet Cemil’i gibi, Aşk-ı Memnu’nun veremden ölen Beşir’i gibi…
Bir şey veya bir kimse için toptancı bir bakışla ‘tamamen kötüdür veya iyidir, mükemmeldir’ diyemeyiz. İnsan hatadan, kusurdan hali değildir. Mükemmellik yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Osman Müftüoğlu ‘Kötümserlik Hasta Ediyor’ başlığıyla yayımlanan bir yazısında ‘Kötümser ve olumsuz beklentileri baskın bir toplumuz. “Bu durumun nedeni genetik organizasyonumuz olabilir mi?” diye düşünmeye bile başladım!” diyor ve düşüncesine şu cümlelerle açıklık getiriyor: “Çünkü ‘enseyi karartma’ eğilimimiz çok fazla ve bu durumun ‘genetik’ (!) olabileceğini telkin eden işaretler son günlerde daha da belirginleşti! Ne var ki, kötümserlik –özellikle aşırısı- sağlık için çok ama çok önemli bir dezevantaj. Çünkü ‘kötümserlik’ insanları daha çok hasta ediyor ve daha erken öldürüyor.” Hürriyet 14 Temmuz, 2010
Ruh sağlığımız üzerinde siyasi, sosyal ve ekonomik olguların büyük etkileri olduğunu biliyoruz. Bir konuda oluşan moral bozukluğu sosyal medyayı kendi hesabına iyi kullanan troller vasıtasıyla salgın hastalık gibi müthiş bir yayılma hızı kazanıyor. Bir de ‘acele karar verme’ gibi bir nakisamız varsa oluşan vahameti tahmin bile etmek mümkün olmuyor.
Tiner gibi hemen parlamak için kıvılcımın belirmesine bakıyoruz. İnsanları kesin bilgilerimiz olmadan toplumdaki her türlü olumsuzluğun baş sorumlusu kabul ederek suçluyor ve sanığımıza söz hakkı vermeden, yargılamadan infaz ediveriyoruz.
Osman Müftüoğlu kötümserliğin tam bir sağlık sabotajcısı olduğunu vurguladığı yazısında kötümserliğin nelere sebep olduğu konusunda yapılan bazı araştırmalara da yer veriyor ki bazıları oldukça ilgi çekici:
“Kötümserlik ise tam bir sağlık sabotajcısı… Özellikle gelecek kaygısı, şüphe ve güvensizlikle birlikteyse çok daha kötü sonuçları var kötümserliğin. “Gelecek kaygısı ve bugün için iyi hisler içinde olmamak” son derece tehlikeli bir ikili. Bu ikilinin yaratabileceği sağlık tehditleri kolesterolden de, şekerden de fazla.
Kötümserlik her şeyden evvel “tansiyonu” vuruyor. Birden patlayan hipertansiyon fırtınalarının çoğunun arkasında, korku, endişe, şüphe ve güvensizlik duygularının yarattığı, bilinmezliklerin köpürttüğü kötümserlik hali var.
Bu insanların çoğu zamanla şüpheci, kıskanç, hatta husumet dolu kişiler haline dönüşüveriyor. Kişilikleri, ruhsal yapıları değişiyor. Öfkeli, alıngan, kırılgan, tatminsiz, kavgacı bir kişilik tipi ortaya çıkıyor. Çünkü bu kişilerde beyin ve sinir sisteminden kalp ve damarlara giden sinyaller kalbin hızlanmasına, daha sert kasılmasına, damarların kasılıp kalmasına ve neticede sistemde basıncın artmasına neden oluyor.
Bugünlerde aklı başında herkes ülkemizin gidişatı hakkında az ya da çok endişe, korku, kötü duygular yaşıyor. Daha sağlıklı kararlar verebilmemiz, olan bitene daha çok direnebilmemiz, birlik ve beraberliğimizi daha iyi koruyabilmemiz için enseyi karartmayalım, kötümser olmayalım.”
Bundan 12 yıl önce de toplumsal huzursuzlukların neden olduğu bir karamsarlık dalgası; daha sonra Mit krizi, Gezi, 15 Temmuz gibi olaylarla toplumsal maliyeti çok yüksek dalgalara dönüştü.
Hiç bitmeyecekmiş hissine kapıldığımız salgın filen geçip gitse de ruhlarda bıraktığı sarsıntı devam ediyor.
“Bu da geçer ya hu!” demekle kaybedeceğimiz bir şey yok; ama bunu yürekten söyleyebilmenin kazandıracağı moral değeri de küçümsemeyelim.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/07 Haziran 2022