Kerim kitabımız Kur’an’ın doğum ayı, ona gönül verenlerin sözlüğünde karşılığı ‘rahmet ayı’ olarak yer etmiş ramazanın bugün 23. günü…
Sahurdan sonra mahallemizdeki camiye gidiyorum. Mukabele sebebiyle sabah namazlarına mahalle sakinlerinin, kadın erkek, büyük ilgisi var. Mukabele okumaya camimizin görevlileriyle birlikte ilçemizdeki Şaban Cengiz Mühendislik Fakültesinde okuyan Suriyeli üç hafızın da eşlik etmeleri bu güzel etkinliğe renk katıyor. Her köşede rahleler üzerinde açılmış boy boy Kur’anlar üzerine eğilmiş onlarca insan var. Okunan her ayetin bir harfini bile kaçırmamak için gözlerini rahleden başka bir yere çevirmiyorlar. Sadece sayfalar çevrildikçe görülebiliyor küçük kıpırtılar ve bu kıpırtılarla oluşan malum sesler…
Bir saat boyu yirmi sayfadan oluşan bir cüzde kaç ayet varsa hepsi bir bir geçip gidiyor gözlerimizin önünden. Rabbimizin kıyamete kadar her dem tazeliğini koruyacak şekilde gönderdiği ilahi mesajlar, gönderildiği dilin Arapça olması sebebiyle sadece seslendirilmiş oluyor; takip eden onlarca insan takip ettiğimiz her haf sayısınca sevap umduğumuzdan bu taptaze mesajlar anlamla buluşamıyor; böylece dudaklardan kalplere yani lafızdan anlama, anlamdan amaca ilerleyip bir türlü yol bulamıyor kendine.
Yazık oluyor haliyle…
Açıkça mesaja da kendimize de yazık ediyoruz.
İstiyorum ki bir ya da iki duvarda ekran olsa, tilavet edilen her ayetle birlikte bu ekranlarda ayetlerin Türkçe meali belirse de isteyen hiç olmazsa bu mesajların içeriğinden, nelerden kimlerden söz edildiğinden kısmen haberdar olsa… Haberdar olsa da gönüllerde daha çok yer tutsa Rabbimizin her dem taze olan fakat anlamadığımız mesajları.
Bu düşüncemi henüz kimseyle paylaşmadım; lakin her sabah içimi kemirip durmasına da mani olamadığımı söylemeliyim. Belki düşünülmüş, düşünülmüş de kabul görmediği için uzak durulmuş olabilir. Yoksa her şeyi yenilenen mabetlerimiz için bu o kadar imkânsız bir şey olmasa gerek.
Mesela bu sabah okunan cüzde dört sure vardı: Yasin, Saffat, Sa’d ve Zumer sureleri.
Yasin okunurken Rabbimizin tüm insanlığa hayat versin diye gönderdiği; lakin bizim inatla ölülerimizin ardından okuduğumuz bu suredeki şu mesajları görebildik mi?
Kendilerine, “Allah’ın size verdiği rızıktan başkaları için harcayın!” denildiğinde, hakikati inkâra şartlanmış olanlar, inananlara “Rabb(iniz) dileseydi (kendisinin) besleyebileceği kimseleri biz mi besleyelim? Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz!” derler. (Yasin, 47)
Ayet, işletilen bir mantığın dayandığı bir dünya görüşünün bir zihniyetin apaçık tasviridir. Tespit edilen durum, bütün zamanlarda ve mekânlarda var olduğu için de mesaj her dem tazedir haliyle.
Bugün de “Haydi başka kapıya!” yahut “Allah versin!” gibi aynı mantığın dışa vurumu sözleri zaman zaman işitmiyor muyuz?
Ve (işte böyle) Biz bu (Peygamber’e) şiir öğretmedik, zaten (şiir) O’na (mesaja) uygun düşmezdi: o yalnızca bir uyarı ve öğüttür ve o özünde apaçık olan ve gerçeği dosdoğru gösteren (ilahi) bir hitabedir ki (kalben) diri olanları uyarabilsin ve (Allah’ın) sözü hakikati inkâra şartlanmış olanlara karşı tanıklık yapabilsin diye. (Yasin/ 69,70)
Asıl amacın ‘diri olanların uyarılması’ olduğu vurgusu ilginç değil mi?
Şu mesajlar da Zumer suresinden:
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Yalnızca akıl ve iz’an sahipleri bunun farkındadır.” Zumer 9
“(Şu) söylenen her sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” 18
Uyarı, öğüt, dinlemek, bilenler, bilmeyenler, akıl iz’an…
Her sabah bunlar gibi niceleri geçip gittiler gözlerimizin önünden de birçoğumuzun haberi olmadı, olmuyor.
Tabiatın çiçeklendiği güzel bir nisan sabahının serinliğinde eve dönerken bazı vakitler camiye beraber gidip beraber döndüğümüz komşuma Rabbimizin ‘dinleme’ adabına ve bu konuda seçiciliğe dikkat etmemizi buyurduğu yukarıdaki son mesajın bugün hepimiz için ne büyük bir öneme sahip olduğunu hatırlatıyorum.
Bildiğimiz en kestirme yollardan gidip geliyoruz, bildiğimizi okuyor, bildiğimiz veya alışageldiğimiz davranış biçimlerinden vazgeçemiyoruz. Okumalarımız genellikle anlama odaklı olmadığı için anlamıyoruz, dinlemekse kendi sesimizden başkasına antenleri çoktan kapatmış olduğumuz için de halimizde hiçbir farkındalık, olumlu değişim olmuyor.
Hâlbuki…
“İnsan hakikatle kendini arındırdıkça idrak sahibi olabiliyor, saflaşabiliyor, güzelleşebiliyor.” diyor Yitik Güzellikler adlı yazısında Gökhan Özcan
Allah’ım halimizi en güzel hale tahvil etmemize yarayacak bir arınma idraki versin.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 24 Nisan 2022