banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Neden şu oluyoruz, bu oluyoruz da bir türlü kendimiz olamıyoruz?

        Gözümüz hep başkalarında, kulaklarımız başka seslerde, gönlümüz her yerde de ondan.

        Olsun, ne var bunda? 

        Olsun da bunun dozu iyi ayarlanmazsa kişi, duyularını kendine çeviremez, çeviremeyince kendinde olup bitenleri gözlemleyemez nihayet en önce ve en iyi tanıması gereken varlığı yani kendisini tanımasına ömür billah fırsat bulamaz; kendini gerçekleştiremez ve bir o yana bir bu yana yalpalaya yalpalaya sürüklenir; kaybolur gider.

        Şarkı dinler; okuyan mükemmel bir sese sahiptir; hatip mükemmel konuşmuştur, ressam en mükemmel tabloyu yapmıştır, mimar mükemmel bir eser vücuda getirmiştir velhasıl gördüğü, duyduğu, dinlediği, kokladığı kendi gibi bir insanın yaptığı her şey harikadır.

        Mükemmellik, kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur oysa.

        Her kokuya, her renge, her sese sahip olamazsın istesen de; lakin dünyanın en iyi hatibi olamasan da düşüncelerini başkalarına bir şekilde anlatmanın bir yolunu bulabilirsin. Yeter ki iletecek hayırlı ve yararlı bir sözün, bir fikrin olsun insanlığın ortak hayrı için.

        Başkalarında ne olduğuna değil, kendinde olana bak; önce kendin ol! Hayranlık veya adına ne denirse densin bakışlarını, duyularını dıştan içe çeviremeyenler, başarmak için ihtiyaç duydukları her şeyin kendilerinde olduğunu nihayet Allah’ın hiçbir varlığı anlamsız ve amaçsız yaratmadığını düşünmeyenler; değerli, önemli ve gerekli olduklarına dair bir farkındalığı olmayanlar bu kafayla her şey olurlar belki; ama asla kendileri olamazlar.

        Kendileri olamayanların ayaklarının altında sağlam bir zemin olmaz. Oraya, buraya sürüklenir dururlar. Sürüklene sürüklene sürü olurlar.     

        Her insan milyonlarca renkten bir renk, seslerden bir sestir, biriciktir. Her renk görünmek, her ses duyulmak, her koku hissedilmek ister. Duyuları, dikkatleri sürekli başka renkler, başka sesler, başka görüntülerle meşgul edilenler zamanla kendilerinin de bir renge, bir sese, bir görüntüye sahip olduklarını düşünseler bile onlarla var olmayı beceremezler. Kendi olmalarının onları yok sayarak değil, onlarla mümkün olabildiği şuuruyla hareket edemezler. Başkalarının renkleriyle, başkalarının sesleriyle, kokularıyla, hal ve hareketleriyle var olmaya alışan nihayet kendi var oluşuna karşı en zorlu düşmanlarının bile yapamayacağı en büyük zulme baştan razı olmuş demektir.

        Bu nedenle yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize ne olacaklarsa hepsinden önce ve en öce ‘kendileri’ olmaları öğretilmelidir. Kendi rengiyle, sesiyle, kokusuyla ve görünüşüyle bu biricik varlığı, ondaki potansiyeli keşfetmeden yani kendi olmadan doktor, mühendis, öğretmen, işçi, patron hülasa ne olursa olsun insanın hep eksik, hep zayıf, hep güçsüz kalmaya mahkûm olacağı hatırlatılmalıdır.

        Nasıl kendimiz oluruz?

        Bunun hazır kalıpları, formülleri var mı bilmem. Konunun uzmanlarının ciltler dolduran açıklamaları olsa da bütün hüner insanın kendinde, kendi içinde, kafasında, kalbinde. Mesela her rüzgârda savrulmamak, her darbede sendeleyip düşmemek içiniçinde beliren itiraz dalgalarını uygun sorulara dönüştürerek var oluşunun en belirgin alameti sayılan direnme, tutunma noktaları oluşturabilmesinde…

        Geçen hafta TRT’nin yeni yapımı Kara Tahta adlı diziyi izliyoruz. Belki dikkatinizi çekmiştir. İlk bölümde konumuzla ilgili yerinde ve oldukça güzel bulduğum bir farkındalık örneği ile karşılaştık.

        Genç matematik öğretmeni mezun olduğu liseye atanır. İlk derste öğrencileri şaşkına çeviren bir çıkış yapar. İki öğrenciye dışarı çıkmalarını emreder. Öğrenciler şaşkın ve ne olduğunu anlamadan emre itaat gösterip çıkarlar. Ardından üçüncü bir öğrenciden dışardaki arkadaşlarını sınıfa çağırmasını ister. Herkes yerine oturunca kara tahtaya yönelen öğretmen iri harflerle ‘Neden?’ kelimesini yazar. Bu ilk ders için bu mesajı kâfi görür: Her ne olursa olsun önce sorgulamayı öğrenmemiz gerektiğine dair hayatımızın en önemli dersidir bu.

Sormak, sorgulamak… Meşhur sözde ifade edildiği gibi “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez.”

Engin Geçtan İnsan Olmak adlı eserindeasıl çalışmamız gereken yeri gösteriyor:

        “Yaşamak, kendisi olabilmeyi ve yaşama etkin bir biçimde katılabilmeyi tanımlar. Bu, insanın kendi sorumluluğunu, bir başka deyişle, hayatına anlam katma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğunu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar, onun için sevebilir!”

        Var mıyız? Varsak hayati bir tavsiye de, Allah rahmet etsin, bu konuda söz söylemeyi en çok hak ettiğini düşündüğüm bir güzel insandan:

        “Bütün yapmamız gereken; ailede ve eğitim sisteminde çocuğun kendisini keşfetmesine, kendisine "merhaba" demesine, kendi tanıklığını önemsemesine yardımcı olmak...” Var Mısın? Doğan Cüceloğlu

        Selamların en güzeliyle…

        H. Halim Kartal 04 Nisan 2022

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.