İradesini kontrol edip, nefsine gem vuramayan Müslüman bir genç güç ve iktidara kavuştuğunda Firavunlaşma, mal ve servete kavuştuğunda Karunlaşma, makam ve mevkiye kavuştuğunda Hamanlaşma, ilim sahibi olduğunda da Bel’amlaşma tehlikesi ve riskiyle karşı karşıya kalır.
Hayatını itikatta bir Müslüman olarak sürdürebilir ancak davranışlarında yani amelde kimi zaman bir Firavun’u bile hayretler içerisinde bırakabilecek zulümlere imza atabilir. Bazen bir Karun’u bile geride bırakabilecek lüks, gösteriş, şatafat ve israfa dalabilir. Bazen bir Haman’ı bile geçebilecek bürokratik haksızlıklara alet olabilir, kul haklarına girebilir. Bazen de bir Bel’am’ı bile sollayacak işler yapıp zulümlere, haksızlıklara, adaletsizliklere ve haramlara fetva üretebilir.
Nefsine ve iradesine söz geçiremeyen Müslüman gençleri bekleyen tehlikelerden birisi de yaptığı amelleri; görsünler, bilsinler, sevsinler, övsünler diye yapması. Yani niyet ibresini bozmasıdır. Niyet ayarları bozulmuş Müslüman bir genç ne kadar yoğun çalışırsa çalışsın ne kadar çok iş yaparsa yapsın, ne kadar büyük faaliyetler ortaya koyarsa koysun tüm çalışmaları boşa gitmiş demektir. Çünkü Allah, sadece kendisi için yapılan amelleri kabul eder.
Ebû Hureyre (R.A.) anlatıyor; Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor ki: “Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah, ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder, yani evet ya Rabbi sen bana bu nimetlerin tamamını verdin, der. Allah ona, ‘Peki tüm bu nimetlerime karşılık ne yaptın?’ diye sorar. O da, ‘Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihat ettim’ diye cevap verir. Ona denilir ki: ‘Yalan söylüyorsun. Sen, ne kahraman adam desinler diye savaştın, o da sana dünyada denildi.’ Sonra emrolunur, o kişi yüzüstü cehenneme atılır.
Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da, ‘Peki bu nimetlere karşılık ne yaptın?’ diye sorulur. O ise, ‘İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum’ cevabını verir. Ona denilir ki: ‘Yalan söylüyorsun. Sen, ne de büyük âlim desinler diye ilim öğrendin, ne güzel okuyor desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında dünyada söylendi.’ Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır.
Daha sonra Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. O da verilen nimetleri hatırlar ve itiraf eder. Ona da, ‘Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın?’ denilir. O da der ki, ‘Ya Rabbi senin verilmesini istediğin hiçbir yerden esirgemedim, sadece senin rızanı kazanmak için verdim, harcadım’ der. Ona denilir ki: ‘Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını ne cömert adam desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi.’ Emrolunur, bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim)
Hepimizi tehdit eden bu dehşetli örnekte bütün ömrünü ilimle geçirmesine, talebe yetiştirmesine, gece gündüz Kur’an öğretmesine, sohbet, vaaz ve konferans vermesine, ciltler dolusu kitaplar yazmasına rağmen cehenneme giden bir âlimden bahsediliyor. Peki, neden tüm bu yoğunluğa ve gayrete rağmen cehennem? Çünkü tüm bu yapılan işler Allah için değil nefsi tatmin etmek, insanlardan bir beğeni cümlesi duymak, herkesin konuştuğu bir ilim adamı olmak, insanların takdirini kazanmak için yapılmıştı.
Nefsin en çok hoşuna giden şey, insanların beğenisini ve hayranlığını kazanmaktır. Eğer bir insan gerçek manada nefis terbiyesi ve irade kontrolü yapamazsa nefis ona bütün ömrünü boşa geçirtebilecek tuzaklar kurabilir.