Nato (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü) : Kurucu ve üye ülkelerin bir araya gelerek güvenlik ve savunma konuları üzerinde danışmanlık ve işbirliği yapacağını öngören, politik ve askeri bir ittifak yada örgüttür.
2. Dünya Savaşı’nın ardından, gelişmeye başlayan teknoloji, çeşitli silahlar ve özellikle kitle imha silahlarının, bir takım ülkelerin tekelinde bulunması, yaşanılan savaş tecrübeleri, milletlerin dünya üzerinde tek başına var olabilmesini imkansız kılmaya başladı. Bu nedenle, milli menfaatleri benzer yönde olan devletler belli noktalar doğrultusunda bir araya gelerek bir askeri dayanışma ve fikir birliği yapma ihtiyacı hissettiler.
Komünist bloku oluşturan SSCB, bloku dışında kalan ülkelerdeki sol iktidarların iktidara gelmesiyle ülkeleri kendilerine katılma kolaylığı ve fırsatını yakalamış oluyordu. Bunun için de askeri birlik oluşturarak, karşı bloka gidişlerin önünü kesmek gerekiyordu. Bu açıkça dillendirilmese de fikri geri planda dillendiriliyordu.
Bu reel gerçekler üzerindeki iki güç dengeli dünya düzeninde, bu bloka karşı askeri bir fikir ve güç birliği oluşturulması fikri ağır basıyordu.
Bu doğrultuda bir araya gelen Amerika ve Avrupa ülkelerinin bir kısmından oluşan 12 ülke, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. Maddesi çerçevesinde hazırlanan 16 maddelik antlaşmayı 4 Nisan 1949 tarihinde imzaladı. İmzalanan antlaşma onaylanarak 24 Ağustos 1949 tarihinde yürürlüğe girdi.
Böylece, 4 Nisan 1949 tarihinde, ABD’nin Washington şehrinde Nato kurulmuş oldu. Merkezi Belçika’nın başkenti Brüksel’dedir. Şu andaki Genel Sekreteri daha önce Norveç Başbakanı olan JensStoltenber’dir.
Başlangıçta 12 olan kurucu üye ülkeler, sonradan sayıları artarak devam etmiş ve bugün itibariyle 30’u bulmuştur. Bu ülkeler,
1-Amerika Birleşik Devletleri (1949 Kurucu), 2-Birleşik Krallık (İngiltere 1949- Kurucu), 3-Kanada (1949-Kurucu), 4-Belçika (1949-Kurucu), 5-Danimarka (1949-Kurucu), 6-Fransa (1949- Kurucu), 7-İzlanda (1949-Kurucu), 8-İtalya (1949-Kurucu), 9-Lüksemburg (1949-Kurucu), 10-Hollanda (1949-Kurucu), 11-Norveç (1949-Kurucu), 12-Portekiz (1949-Kurucu), 13-Türkiye (1952), 14-Yunanistan (1952), 15-Almanya (1955),16-İspanya (1982),17-Polonya (1999), 18-Macaristan (1999), 19-Çek Cumhuriyeti (1999), 20-Bulgaristan (2004), 21-Estonya (2004), 22-Letonya (2004), 23-Litvanya (2004), 24-Romanya (2004), 25-Slovakya (2004), 26-Slovenya (2004), 27-Arnavutluk (2009), 28-Hırvatistan (2009), 29-Karadağ (2017), 30-Kuzey Makedonya (2020)’dan oluşmaktadır.
21 ülke Nato’nun barış için ortaklık adlı girişiminde yer alırken, 15 ülke kurumlaşmış diyalog programına dahildir. Nato üyelerinin askeri harcaması, dünyadaki savunma harcamalarının %70’inden fazladır.Üye ülkelerin savunma harcamaları, en az GSYİH’larının %2’si kadar olmalıdır.
Nato anlaşmasına imza atan her ülke, diğer ülkeler gibi bağlılık sözü vermiş olur. Nato’nun görevi, 4. Madde de belirtilen üye ülkelerden birinin toprak bütünlüğüne, siyasal bağımsızlığına yada güvenliğinin tehdit edildiği düşünüldüğü zaman, tüm taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır. 5. madde gereği, üyelerden birine veya çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırı olduğu takdirde, hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirilip, BM’nin 51. maddesinde tanınan bireysel yada toplu öz savunma hakkı kullanılarak, güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel yada topluca silahlı kuvvet kullanımı dahil her türlü eylemle yardımcı olunacağı belirtilmektedir.
Bu kuruluşlar, oluşan veya oluşacak krizlerden dolayı, başta kendi üyeleri olmak üzere, tüm ülkelere 2. ve 3.geri teknoloji silah ve lojistik malzemesatarak , ABD başta olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri kendi portföylerini maximize ederek, en çok karlı çıkan kuruluş ve ülkeler durumunu muhafaza etmektedirler.
Nato daha çok Avrupa ülkeleri ile, 1990 çöküş ve dağılmasından sonra SSCB’den kopan ülkelerin katılımıyla oluşan bir birlik durumuna gelmiş durumdadır.
Son zamanlarda yapılan üye ülke liderlerinin açıklamalarına bakılırsa, eski dinamizmini kaybetmiş durumdadır. Sanki bir dağılmaya giden süreç yaşamaktadır. Fransa Başkanı Macron ‘’Nato’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir. Biz Avrupa olarak öz savunma gücü ordumuzu oluşturmalıyız.’’ demiş ve buna karşı hiçbir kurucu veya üye ülkeden ses çıkmamıştır. Buda zımmen kabul görmek ve kabul etmektir.
Ukrayna gibi son zamanlarda oluşan krizler, Nato’nun yeniden toparlanmasına neden olmaktadır.
Rusya’nın savaş hukukuna uymayan acımasız saldırganlığı da Nato’nun toparlanmasına ivme kazandırmaktadır.
Şu andaki emperyalist güçler, bu kuruluşları da emellerini gerçekleştirmekte, bazen araç olarak, bazen de hem araç hem hedefe varmayı kolaylaştıran bir tali yol olarak kullanmaktadırlar.
Başta Çin ve Rusya olmak üzere, Nato karşıtı güçlerde buradan oluşacak riskleri göstererek, hem halklarını, hem de onlara bağımlı ülkeleri konsolide etmektedirler.
Türkiye Nato’ya neden üye olma ihtiyacı duymuştur?
SSCB’nin çok güçlü olduğu 1950’li yıllarda, Türkiye’de sınır olması nedeniyle, toprak talebine varan baskıları olmuştur.Kars ve Ardahan’ın devredilmesi isteğinin yanısıra, boğazlarda da denetim hakkı taleplerinde bulunmuştur.
Türkiye’nin bu taleplere evet demesi mümkün olmadığı gibi, bir kere taviz verildimi, bunun devamının tümüyle komünist bloka girme emri vakisiyle karşı karşıya kalacaktı. Bu taleplerin birinin veya tümünün reddedilmesi durumunda, ülkenin o zamanki ekonomik, askeri teknolojik ve lojistik harp gücünün SSCB ile başa çıkabilecek veya karşı koyabilecek durumda değildi. O günkü şartlarda, çözümler ve alternatifleri değerlendirildiği zaman, bağımsız hareket etmek yerine bir blogadahil olmanın, bununda o anki karşı blok olan Nato’ya zorunlu bir yanaşma ve üye olma durumu söz konusu olmuştur.
Türkiye için Nato faydalımıdır, zararlımıdır diye yorumlarken bu gerçekler üzerinden bakmakta faydalı olacağı kanaatindeyim.
Nato’nun, üye ülkelerin askeri gücü ve birliklerinden başka oluşturulmuş, bekletilen hazır kıta birliği yoktur. Fiili bir durum ve gelişme olduğu takdirde, yetkili organ ve kurullarında görüşülüp, kimin ne kadar askeri birlik ve teknolojik-lojistik ekipmanla destek ve katkı verebileceği görüşülüp, karara bağlandıktan sonra güç oluşturulup mekanize hale getirilmektedir.
Buda hangi durumda, hangi üyeyi ne kadar mutlu edecek ve/veya beklentilerine cevap verecektir, zor durumda Basra harap olmadan imdadına yetişecektir, ayrı bir sorundur. Atalarımızın dediği gibi ‘’ Elden gelen öğün olmaz, oda vaktinde bulunmaz.’’
Örneğin, Nato’ya üye bir ülke olarak Türkiye’nin güneyi Suriye’den daha 5-10 yıl önce Kilis’e, Gaziantep’e günlük füzeler atılıp, binlerce sivil insanımız öldüğü ve Türkiye talepte bulunduğu halde, ancak 2-3 yıl sonra bir Almanya’dan, bir Hollanda’dan 2 füze rampası geldi.
Onlarda 2-3 yıl kaldıktan sonra tek imha görevi yapmadan, burada görevli üye ülke askerlerinin giderlerinin kimin karşılayacağı sorunlarının tartışmalarıyla ülkelerine geri döndüler.
Biraz da bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, başkasının saldırısına uğrasın, zarar görsün, bizim dediklerimizi yapmazsa başına neler geleceğini görsün. Bize muhtaç olsun. Ondan sonra imdadına yetişelim fikri ağır basmakta ve bunu icraatlarıyla belli etmektedirler.
Bizim ülkemizin içinde bulunduğu jeopolitik ve coğrafi durumu ve şartları göz önünde bulundurursak, bu bölge de ne sürekli rahat durdurulacağız, nede rahat uyutulacağız.
Çünkü, dağı-denizi-suyu-toprağı-güneşi-dört mevsimin aynı yılda hep yaşanması-beşeri sermayesi (eğitilmiş genç insan nüfusu)- doğal kaynakları-boğazları-Asya-Avrupa arasında ki geçiş noktasında bulunması-Ortadoğu’ya komşu olması-geçmiş ve köklü devletlerin mirasından nasibini almış dünyanın en ideal medeniyetine sahip olması ve en önemlisi de savaşçı bir ırk olan Türk Milleti faktörlerinin hepsinin birlikte bulunması, bizi gerek askeri yönden, gerekse ekonomik yönden, gerekse de teknolojik yönden çok güçlü olmaya mecbur değil mahkum etmektedir.
Ülke ve insanlar olarak enerjimizi, sen-ben, koltuk-saltanat, iktidar-güç,sağ-sol, mezhep-din-cemaat-tarikat, ideoloji-fikriyat gibi ayrıştırıcı konularda harcamak yerine, aynı memlekette yaşamanın, aynı gemide yolculuk yapmanın ortak paydasında ki konularda harcamalıyız.
Böylece kendi teknoloji ve bilimimizi kendimizüretmeliyiz. Kendi savunma sanayimizi kendimiz geliştirmeliyiz, tarım ve gıda da kendi kendimize yeten ve hatta birkaç misli fazla üretip dünya da söz sahibi olan bir ülke durumunda olmalıyız. Eğitime ve sağlığa, adalet ve savunmaya en büyük kaynakları ayırıp dengeli kalkınan, çok yatırım yapan, istihdam problemini çözmüş, tasarrufu ön planda tutan, israftan kaçınan, kendi yurtiçi milli gelirimizi kardeşçe ve adilce bölüşen, fert başı gelir düzeyi yüksek, dünya ya adaletin nasıl olduğunu ispatlayan, refah düzeyi yüksek ülke ve milletler arasındaörnek ülke olarak yerimizi almalıyız.
Uzun vadede, bizim Nato’muz da budur. Cento’muz da budur. Güvenliğimizi ve ülkemizi savunmanın yolu da, her türlü ayakta kalabilmenin yolu da buradan geçmektedir.
Yoksa emperyal güçlerin kurdukları birliklerden bize çok fayda yoktur. Ancak kendi ayaklarımızın üzerinde duruncaya kadar, fincancı katırlarını ürkütmeden, dikleşmeden, kendi çıkarlarımızı korumak için dik durmalı ve yolumuza devam etmeliyiz.
Ancak, bunu başarmanın yolu, en başta bunu başarabileceğimize inanmaktan geçmektedir.