Samimi insan, önce Rabbine karşı samimi olan insandır. Eğer Rabbimize karşı samimi değilsek, tüm samimiyet gösterilerimiz koca bir yalandan ibarettir. Niyetlerinde, namazlarında, dualarında ve ibadetlerinde samimi olmayanların tüm davranışları, iyi tasarlanmış birer görsellikten ibarettir.
Sohbetlerimizle, derslerimizle, İslami faaliyetlerimizle, konuşmalarımızla, sosyal medya davranışlarımızla bütün insanları samimi olduğumuza inandırabiliriz. Ancak Rabbimizle baş başa kaldığımızda, tek başına namaza durduğumuza, yalnızken bir günah fırsatı ile karşılaştığımızda, kalbimiz harekete geçip de tüm niyetlerimiz ortaya döküldüğünde yani insanlara gizli, Allah’a açık hallerimiz ortaya çıktığında gerçek samimiyetimiz de ortaya çıkmış demektir.
Ömer el-Emiri, Suriyeli Müslümanların öncülerindendir. Ümmetin yeniden uyanışı için Suriye’de Daru’l-Erkam hareketi isimli bir hareket kurmuş bir davetçidir. Hasan el-Bennâ ismini duyduğunda onu ve hareketini yakından tanımak için 1945 yılında Mısır’a bir ziyaret yapmıştır. Ancak Hasan el-Bennâ, davet çalışmaları için Mısır’ın birçok şehrini ve köyünü ziyaret edeceği 22 günlük bir yolculuğa çıkmak üzeredir. Ömer el-Emiri bu yolculuğu haber alınca Hasan el-Bennâ’yı en iyi yolculuklarda tanıyabileceğini düşünür ve onunla birlikte gelmek istediğini söyler. Bunun üzerine Hasan el-Bennâ bu teklifi kabul eder.
Ömer el-Emiri bu 22 günlük yolculukla ilgili şunları söyler: “Ben müşkülpesent bir insanım. Yani zor adam beğenirim. Hasan el-Bennâ’yı ve hareketini gözlemlemek üzere Mısır’a gittim. Kendisiyle birçok alanda sohbetimiz oldu. En önemlisi, en verimlisi ve bereketlisi, beraber geçirdiğimiz bu illerdeki 22 günlük birlikteliğimiz oldu. Aramızdaki konuşmanın rahat sağlanması için kendisi şoförün yanında otururken beni pencere kenarına oturtuyordu. Bu esnada onu yakından tanıma fırsatı buldum. Bazı köylere giderken araçla gitmek mümkün olmuyordu. Merkep sırtında saatlerce yolculuk yapılırdı. Ama Hasan el-Bennâ sanki lüks bir aracın içinde yolculuk yapar gibi büyük bir şevk ve heyecanla hareket ederdi. Onun ihlâsı, namazlardaki huşusu, uzun uzun yaptığı dualar, boş konuşmaması, etrafındakilere karşı nezaket ve mütevaziliği, cesaret ve adanmışlığı beni derinden etkiledi.
Ancak beni asıl etkileyen olay ise şudur. Bir köyde misafir olduğumuzda benim için bir dönüm noktası oldu. Ev sahibi üstad el-Bennâ’ya bir oda bana da yakınında bir oda ayırınca, geri kalan kardeşler salona yerleştiler. Saatler gece üç sıralarını gösterirken ihtiyaç için dışarı çıktım. Üstadın oda ışığının yanmakta olduğunu gördüğümde onun da abdest ihtiyacını gidermek istediğini zannettim. İhtiyaçtan döndüğümde ışığın hâlâ eskisi gibi yanıyor olduğunu fark ettim. Gecenin bu geç vaktinde ne yaptığını öğrenmek istedim ve kapı aralığından baktığımda onu boğuk bir ses ve hıçkırıkla secde ederken buldum. Bu uzun süren secde halinden başını kaldırıp doğrulduğunda, gözlerinden sakalına akan yaşlarını gördüm. Sonra ikinci secdesine devam etti ve namazını bu huşu hali içinde tamamladı.
Bu geçen uzun beraberlik süresi boyunca bizim namazımız gibi namaz kılan adam, kendi başına kaldığında namazını daha da uzatıyordu. Duası, ihlâsı, samimiyeti gerçekten de çok farklıydı. ‘Sonra, bu şahsiyetin gizli hallerinin açıkta olan hallerinden daha hayırlı olduğunu ve Rabbiyle olan sılasının görünenin ötesinde olduğu gerçeğini anladım.’ İşte bu noktadan sonra, cemaatin durumunu gözlemleyen, sorgulayan halimden sevgi duyan, gönül bağlayan, kendinden hisseden bir hale geldim.
Dedim ki, böyle bir lider nasıl sevilmez. Düşünen, yazan o, dertleri dinleyen o, her yere koşan, dağ tepe aşan o, sonra da gecenin yarısı bunca yorgunluğa rağmen kalkıp teheccüde duran o. Böyle bir lider nasıl sevilmez. Çünkü o, ilk önce Rabbine karşı samimi bir insandır.”