Yazarken de sürekli düşündüğüm sorulardan birisi bir köşe yazarı, davul gibi mi, yoksa tokmak gibi mi olmalı?
Yazdıkları ile toplum vicdanının sesi mi olmalı, yoksa gelecek kaygıları nedeni ile birilerine mesaj mı yollamalı?
Bazen vurulması gereken yere vurabilen bir tokmak gibi olmak, bazen de sinirleri gerilmiş hassas bir davul gibi olmak gerekiyor diye düşünürüm.
Yirmi yıllık köşe yazarlığı tecrübemle diyebilirim en çok okunan yazılarda bu tür yazılardır. Dokunulmaması öngörülen kişilere veya dokunulmaması öngörülen meselelere hiç dokunmamanız, muhatap aldığınız kişilerin resmi veya gayri-resmi oluşu da, kesin bir ölçü değildir.
Toplumda çapraz ilişkiler olarak tarif edebileceğimiz konularda o kadar çok efendiler varki sade birer vatandaş gibi gözükse de etkili ve yetkili zannettiğiniz kişilerin hatırından çıkamadığı gayri resmi efendileridir
Yazdığımız ve yazmaya çalıştığımız, toplumun vicdanı olan gerçekleri olduğuna göre., bu yazdıklarımız belki okunacak, yazdıklarımızı belki okuyanlar arasında, belki anlayanlar olacak, yazdıklarımızı belki okuyup, belki anlayanlar arasında, belki yaşayanlar olacak .
Bu satırları okuyanlar ,kalemimizin ucundaki incecik umudu da, belki görmüşlerdir!,.
Fakat yazılması gerekeni yazıp, katlanılması gerekene katlanabilecek olan dayanıklı bir yazar değilseniz, aşağıda zikredeceğim arzuhalcinin yaptığı gibi “Yazmam, Yazamam” diyeceksiniz.,
Bir Şiraz'i, arzuhalciye giderek mahkemeye verilmek üzere bir istida yazdırmak ister.
Arzuhalci Şiraz'lıya bakarak. “Ayağım çok ağrıyor, şimdi yazamam” der.
İstida yazmak ile ayak arasında bir bağlantı kuramayan Şirazlı. “Kardeşim ben senden mahkemeye istida yazmanı istiyorum, mahkemeye gitmeni değil!, deyince, arzuhalci sıkıntıyla içini çekerek şu cevabı verir.” “Mahkemedekiler yazdığım istidayı okuyamadıkları için, gelip beni oraya götürüyorlar da!.”
Hülasası; Doğruyu aktarmak ve doğru anlaşılmak dileklerimle Tüm Meslektaşlarımın GÜNÜNÜ KUTLUYORUM..