banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Ara sıra sakin sakin yağan yağmurun insana huzur veren sesini dinliyorum. Oturduğumuz binanı çatısına yakın bir dairede olmanın şimdilik en avantajlı görünen tarafı bu olsa gerek. Ne güzeldir o rahmet damlalarının saçaklarda, bacalarda, pencerelerdeki tıpırtılarını dinlemek!

        Eskiden yılın en uzun gecesine ‘şeb-i yelda’ derlermiş. İçinde bu Farsça tamlamanın geçtiği bir beyit kalmış hafızamda. Şairi de Nabi gibi 17. Asırda yaşamış Divan şairlerimizden biri.

        “Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir

        Mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat” Sabit

        Sabit efendinin dediği şu: En uzun geceyi; işi, onu hesaplamak olan müneccime, muvakkite sorma; onlar bilmez. Gecelerin kaç saat olduğunu gama tutulmuş olana sor.

        Muvakkit, namaz vakitlerini hesaplayan ve bunlarla ilgili aletleri kullanan, tamiriyle uğraşanlar için kullanılan bir isimdir. Müneccim de yıldızların Ay ve Güneşin hareketlerini izleyen, yorumlayan kimse.

         21 Aralık’ta başlayan uzun geceler yavaş yavaş gerilerde kalsa da varlığını ocak sonuna kadar devam ettireceğini biliyoruz. Rabbim kıymetini bilenlerden eylesin. Şairin, ‘bu gecelerin kaç saat olduğunu en iyi onlar bilir’ dediği dertli, hasta, düşkün kullarına da acil şifalar; ecir, sabır versin.

        Gece yarısından sonra civar dairelerdeki televizyonlardan gelen sesler, hızla açılıp kapanan kapıların verdiği rahatsızlık, asansörün inip çıkarken yaydığı uğultu iyice azalmıştır.

        Kalkıp pencere kenarına yerleşiyorum. Ara sıra çakan şimşekler eşliğinde devam eden yağmurun sesini şimdi daha iyi hissediyorum. Sokak lambalarıyla ışıl ışıl caddede sıra sıra dizilmiş arabalar, ağaçlar, kaldırımlar, parklardaki çimenler her şey yıkanıyor, arınıyor birikmiş kirlerinden.

        Gökyüzü, bulutlar ve yağmur tesbihatta, zikirde…

        Varlık onu var edenin kendisine yüklediği görevi hiç aksatmadan yerine getirmekte…

        Masamda bir süredir bekleyen kitaplara yöneliyorum. Bazılarından birkaç sayfa okunup bırakılmış, bazılarına günlerdir hiç dokunulmamış. Bu uzun gecelerde televizyon ekranları karşısında veya artık elimizden düşürmemeye azami çaba sarfettiğimiz, hasbelkader bir an varlığını üzerimizde hissetmesek cüzdanımızı düşürmüşüz hissinden beter duygular yaşadığımız telefonlarımızla ne çok zaman öldürdüğümüzü düşündüm. Aynen Rabbimizin Asr suresinde buyurduğu gibi: “Muhahhak ki insan hüsrandadır!”

        Sonra Gökhan Özcan’ın Açık Pencere adlı kitabındaki bir cümle ile dalıp gidiyorum kayıplarımıza, kendi ellerimizle biriktirdiğimiz hüsranlarımız içinde debelenirken en çok ihtiyacımız olan zenginliğe:

        “Bizim sözün bozuğuna, ayarsızına, ölçüsüzüne değil, bizi baştan ayağa olduranına ihtiyacımız var. Bizim kendimizde kaybolmaya değil, şu koca kalabalık içinde kendimizi bulmaya ihtiyacımız var.”

         Evet, kendimizi bulmaya, kendimiz olmaya olan ihtiyacımızın geçici olduğunu düşünmek bile istemediğimiz ihtiyaçlarımızdan daha çok olduğunu düşünüyorum.

        Her şeyimiz olsun istiyoruz; lakin emeksiz yemek olmaz, olmuyor.

         Tıpkı yazarın 09 Ağustos 18’de yayımlanan ‘İçine Kapanan Pencere’ adlı yazısında anlattığı gibi:  

        “Mükemmel insanlar olmak istiyoruz. Mükemmel hayatlar yaşamak... Mükemmel imkânlara sahip olmak... Mükemmel evler, arabalar, mükemmel bugünler, mükemmel gelecekler... Mükemmel eşler, mükemmel aşklar... Mükemmel fikirler, mükemmel değişimler... Mükemmel dünya, mükemmel öteki dünya... Her şey mükemmel olsun istiyoruz, mükemmel insanlar olalım. Hem de kemale doğru tek bir adım atmaya gerek olmadan...”

        Ahvalimiz ne yazık ki böyle!

        Hak etmek gerekiyor.

        Hatta Edip Cansever’in ‘Tagedyalar III’ şiirinde özlemi duyulan

  hüzünleri bile… 

        “Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız?

 Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de

 Dönüp dönüp arkamıza baktığımız bir dünya kalıntısı üstünde

 Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de?”

Selamların en güzeliyle…

Hacı Halim Kartal/ 10 Ocak, 22

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.