Son üç sene, en çok hastalık ve ölüm haberlerinin alındığı yıllar oldu.
Kardeş, yeğen, yenge, enişte, komşu, akran, arkadaş, meslektaş ve her dereceden yakınlarımızı ebediyete uğurladık.
Pek çok günümüz hastanelerde geçiyor.
Hastalıklar çoğaldı. Hasta sayısı arttı. Buna bağlı olarak da modern hastaneler yapıldı.
Hastaneler full dolu. Ana karnındaki bebekten, piri fani yaşlısına kadar gitmeyen yok.
Hastaların umutla şifa aradığı mekânlardır hastaneler.
Doktorlar, hemşireler hastanın derdine derman olmak için çalışırlar.
Muayene, tahlil, kan verme, teşhis, ilaç, ameliyat gibi konular konuşulur. Ölümden pek söz edilmez.
“Yoğun bakım” halk arasında “ölüme doğru gidiş” gibi algılanır. Çünkü günümüzde ölümlerin çoğu hastanede yoğun bakımda gerçekleşiyor.
İnsan hastaneye gider “iyileşip evime döneyim, yaşamaya devam edeyim, hayat hep böyle devam edip gitsin” diye düşünür.
Oysa hastalık, dünya hayatında ahirete bir dönüş yolculuğu da olabilir.
İnsanın ani olarak hastalanıp ölmesi mümkündür. Küçücük bir mikrop, kocaman insanı yatağa düşürür, mezara dahi götürebilir.
Demem o ki; insan çok temkinli olmalı, inanç değerleriyle irtibatını daima sağlam tutmalıdır.
Katı kalpleri yumuşatan mekânlardır hastaneler.
İnsan hiç işi düşmese bile –sırf ibret için- hastane koridorlarına bir yol uğratmalıdır.
Solunum cihazına bağlı olarak yaşamaya çalışanları, ölüm alametleri görülen hastaların hüzünlü halini, ameliyathanelerin önünde umutla bekleyen hasta yakınlarının moralsizliğini, yakınını kaybetmişlerin feryadına kulak vermelidir.
Kanser, kovit, yoğun bakım, ölüm, morg gibi kavramların soğuk ve korkutuculuğuna şahit olunmalıdır.
İbret almış, ders çıkarmış ve kalbi yumuşamış olarak hastaneden ayrılmalıdır.
İnsan sahip olduğu nimetlerin kıymetini elden çıkınca anlar.
Sağlığın değeri takdir edilmeli, hamd, zikir, şükür artırılmalı, hal ve tavırlar ilahi kurallara uyarlanmalı, imanla ölmek hep temennimiz olmalıdır.
Allah imandan Kur’an’dan mahrum bırakmasın.