İnsanoğlu boş bir zihinle dünyaya merhaba derdi. Geldiğine belki de bu sebeple sevinemezdi.
Sorumluluğunu inkar edemeyeceğini göz yaşlarıyla seslendirirdi. Attığı adımlar ilk öğrenmelere aitti.
Dünyasının ilk kural sahipleri ailesiydi. Hatta öyleki bütün dünyayı bu kurallardan ibaret sayıp tersi durumları ihlal bellemişti.
Çünkü tanıdığı anne babası onun doğruluk timsaliydi.
Sonra okula başladı öğretmenini tanıdı yeni öğrenmelerle altından sözler kazandı.
Sonra arkadaşları, akrabaları, komşuları,patronunu, iş arkadaşlarını hatta yoldan geçen insanları bile tanıdı.
Peki ya insan kendisini ne kadar tanıdı?
Şimdi sorsam size, sizi en iyi anlatan beş kişilik özelliğinizi söyleyin desem bir çırpıda söyleyebilir misiniz?
Yoksa bulabilmek için günlerinizi mi feda edersiniz?
Veyahut günler geçse de yine de beşe tamamlayamayabilir misiniz?
Zaaflarınızdan, olmazsa olmazlarınızdan, kendi ülkenizin sınırlarından veya ihlal edilme teşebbüslerinizden bihaber olabilir misiniz?
Beden zırhında taşıdığınız ruhunuzun ağırlığıyla hiç yüzleştiniz mi?
Kötü yanlarınızı da kabul edip kendinizle bütünleştiniz mi?
Ve her şeyden önemlisi kendinizi sevebildiniz mi?
Yoksa sevmeyi başkasını düşünmek sayıp sevilmeyi hep karşı tarafın duygusallık kapasitesinde mi aradınız?
Birileri sizi sevmeyince siz hep eksik mi kaldınız?
Başkalarından sevgi dilenirken kendinizi sevme vakitlerinden mi çaldınız?
Ne çok soru sordum değil mi?
Belki de göz gözü görmeyen bir tipiye tuttum sizi. Ama inanın bu gerekliydi.
Vakit daha da geç olmadan kendinizi tanıyın ve kendinize şartsız, koşulsuz sevgiyle kucak açın.
Kendinizle tam insanlarla ise birarada var olun.
En kısa zamanda görüşmek dileğiyle.
Ha tabi bir de birçok duygunun arasından mutluluğu bulup mutluca kalmanız istemiyle.