Çok kullandığımız deyimlerimizden biridir kendine gelmek.
Sözlüklerde sırayla 1. Sarhoşluktan, bayıldıktan sonra ayılmak. 2. Aklı başına gelmek. 3. Bozuk olan durumu düzelmek. Gibi karşılıkları var. "Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!", “Sen ne dediğini biliyor musun, kendine gel!”, “Nihayet kendi işini kendi yapmayı öğrendiği zaman kendine geldi.”
Demek ki kendimizden fersah fersah uzaklaşıp gidebiliyoruz.
Bu uzaklaşma neticesinde bir şekilde her yerde oluyoruz da bir türlü asıl olmamız gereken yerde olamıyoruz çok zaman.
Adam cinayet işliyor, aslında taammüden her fenalığı yapıyor; hâkime ‘kendimde değildim, hatırlamıyorum’ diyerek yırtmaya çalışıyor.
Kendinde olmadığı kesin; zira kısa günde kırk örneğine rastladığımız bu rezillikler bir insanın kendinde olarak yapabileceğin bir şey değildir.
Gerçekten sıkıntılı bir durum bu!
Kendimizde değilsek, kendimiz olmaktan çıkmışız demektir. Rotamızın kaybolması demektir. Böyle durumlar için ne dendiği malumdur: “Gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgâr yardım edemez.”
Göktürk hükümdarı Bilge Kağan, ünlü hitabesinde “Ey Türk milleti! Titre ve kendine dön!” derken milletine kendi milli değerlerine bağlı kalarak, güçlü olunabileceğini aksi halde başlarına daha önce geldiği gibi birçok felaketin gelebileceğini haykırmıştır bin dört yüz yıl önce. Bu bakımdan bu ileri görüşlü, milleti için çok çalışmış ve her fedakârlığı yapmış devlet adamının yaptığı tarihi uyarı öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir yüz yıllar boyu.
Belki kendimize gelmemize küçük bir katkısı olur umuduyla döne döne okunması gerektiğini düşünürüm Bilge Kağan’ın öğütlerini.
Kendine gelmek insanın aklını ve vicdanını kullanarak özündeki iyi, doğru ve güzel hasletlerin üzerini örten tozları, tortuları atabilmesidir.
Kendine gelmek insanın en hayırlı ve şerefli eylemidir.
Kendine gelmek, bir şeylere kapılıp gittiğimizi fark ettiğimiz anlarda bizi temelli kaybolup girmekten kurtarmaya yarayacak sağlam kulplara, iplere sımsıkı tutunabilmektir. Vahiy gibi, Allah’ın yollarını şaşıran insanlara rehber olsunlar diye seçip gönderdiği şerefli elçilerinin örnekliği gibi.
Gökhan Özcan 13 Aralık tarihli ‘Dünyada Hayat Var mı?’ başlıklı yazısında yukarıdaki deyimin ‘ayılmak’ anlamından çok bozulan sosyolojimize dönük yanını düşündürür:
Kendimize gelmek için kendimizi bir şekilde arama çabası içinde olmamız gerekmez mi?
İçine sürüklendiğimiz bir karmaşa ve kaos ortamında durumumuzun vahametini önce şu tablo ile gösteriyor:
“Bedenlerini kaybetmiş gölgeler gibiyiz. Oradan oraya koşturup duruyoruz ama bir yere gittiğimiz yok! Gerçek bir şeyin, bir şeylerin, bıraktım tam ortasını, ucundan tuttuğumuz yok! Oradan buradan zar zor denkleştirdiğimiz imajların içinde yaşıyoruz, içimizde karşılığı olan hayatlarımız yok! Bindik bir alamete, şimdi inemiyoruz. İnecek cesareti içimizde arıyor, yerini bulamıyoruz. Saplanıp kaldığımız şeylerden gözlerimizi, kulaklarımızı, zihinlerimizi kurtaramadığımız için pencerelere dönüp nereye gittiğimize de bakamıyoruz. Aslında kimdik, şimdi kimiz, öz lisanımızı unuttuğumuz için bunu kendimize soramıyoruz. Kaybolmuşuz, belli bu; ama nedense kendimizi aramıyoruz.”
Bizi kendimize getirecek her neyse her çareye başvurarak bulup kendimize gelmekten başka yolumuz yahut bizim bizden başka çaremiz yok. Hele Umutsuzluğa kapılmak hiç yok.
Yanlış yoldan doğruya varılmaz elbet. Yazarın söylediği de bu:
“Umut Kaf Dağı’nın ardında değil, uzun zamandır belki de hiç dönüp bakmadığımız yerde. Hayat hiç durmadan kendini yeniden doğuruyor. İnsan, aslında o tek anın içinde yeniden yeniden yaratılıyor. Her söz, her kelime, her ifade; artık bizim can kulağımıza kadar erişemiyor olsa da, sonsuzca kendini çoğaltıyor. Umut insanın içinde, insan hayatın içinde, sonsuza uzanan anlar tek bir anın içinde... Kapıldığımız şeylerden kendimizi geri alabilsek bu sonsuz armoninin bir parçası olduğumuzu ve aynı anda bütününü içimizde taşıdığımızı görebileceğiz. Kendimize bir gelebilsek, oradan her şeye ulaşabilecek, her yere gidebileceğiz.”
Ah bir gelebilsek!
Başarının da selametin de sırrı bu iradede görünüyor.
“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” şarkısı eşliğinde dertlenerek, üzüntülerimizin, karamsarlıklarımızın ve umutsuzluklarımızın kat sayısını artırarak sadece kendimize zulmetmiş olacağımız kesindir.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/14 Aralık, 2021