Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi hepimizin üzerine olsun kıymetli dostlarım.
Bugün zatiallarinizle 40 yıl hatırı olan değil, 39 yıl hatırı olan çay var ya. O çayı hazırlar veya yudumlarken; bazen deriz ya bir bardak çay, bir bardak çay ne ki lafı mı olur. Aynen öyle. Dostlar arasında çayın korun üzerindeki demlendiği gibi, gönüllerde sevgi ve hasretlik, fokur fokur kaynayan çay. Öyle bir çay ki üstat merhum Necip Fazıl KISAKÜREĞİN Zindandan Mehme’de Mektup adlı şiirinde şöyle diyor ya;
“Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan
Dakika düşelim, senelik paydan
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin…”
Hani eskilerin dediği gibi işte o çay, sohbetin derinliğinde, duygusallığında, avucumuzun içindeki bardaktan sessizce bizi dinler bardakta olduğu müddetçe. Çayın bize sıcaklığı ısısından gelse de, bağrında duygu dolu dostluklar beslediğinden dolayı ısıtır insanları, dostları, üşüyenleri, üşüyen elleri, üşüyen elleri.
İşte o çay derin sohbetlerin ve en güzel dostluk kahkahalarının hiç eksilmediği, bütün duygularımıza hitap eden, çocukluk gönlümüzün tahtına kurulan çay, yıllar geçtiysede hiç bir zaman sobamızın üzerinden cızıltısını terk etmeyen, gönül dünyamızda, hasretin, sılanın yerini alan çay sılanın yerini.
Dostlarım hani bizler bazen çay içerken mazimiz gelir ya aklımıza, ayrılan sevenlerimiz gelir ya aklımıza, onları görmeyince, bu sefer hiç kiprik çarpmadan kendi kendimize yorumlarız çayımızın üzerine çıkan çöpleri, gelecek olan misafirlere yorumlamaya. Şöyle ki; eğer bardağımızdaki o çöp uzunsa bize gelecek olan misafir uzun boylu, kısa ise, kısa boylu, birazcık kalın ise, şişman misafir gelecek diye yorumlar durarız. Gönlümüz gelecek olanda, gözümüz ise kapıda olur. Eğer o bardağımızdaki çöpü ağzımızda çiğnersek o çöp sertse, gelecek olan misafir erkek, yumuşaksa kadın misafir gelecek derdik. Hey gidi dünya hey, neydi o günler der gibisine. Olacak ya ve o günde misafir gelirdi ya.
Bazen de Nur içinde yatsınlar, Hz. Fatıma’ya, Hz. Hatice’ye komşu olsunlar inşallah annelerimiz, hamur yoğururken hamur tabağındaki hamurdan bir parça dışarıya sıçrarsa misafirin geleceğine yorumlanırdı. Misafir önemliydi, çünkü en emin beldenin en emini olan Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) “Misafir rızkı ile gelir, ev halkının günahlarının affına sebep olur.” diyerek “Misafir, bin bereket ve bin rahmetle gelir.” Müjdesiyle bereketini bırakırdı. O günlerde misafir çat kapııı, gelirdi. Umduğunu değil bulduğunu yer, içer ve giderdi. Bilirdi zaten gideceği hanede onun beklenildiği. Şimdi ise insanlığın yok olup gittiği yere, o gidenler o çöpleri de, mutlulukları da misafirperverliği de götürdüler maalesef. Artık ne acı ki bizler, çayımızı da, bizi mutlu eden çay çöplerini, insanlığımız ve çat kapı misafirini de unuttuk. Öyle bir zaman da yaşamaktayız ki tabi yaşamak denilirse; akrabaya bile çat kapı gidilmez oldu. Zaten çayın tadı da kaçtı çünkü çay kalabalığı sever yalnız içilmezdi eskilerde. Çay koydum veya çay koy, geliyorum diyebileceğiniz dostlarınız varsa hayatınızda, sakın ha, sakın o dostları asla kaybetmeyin, asla. Her ne kadar bir fincan acı kahvenin 40 yıl hatırı vardır denilse de bende diyorum ki 39 yıl hatırı olan o çaya ve söze hasret kaldık vesselam. Ne güzel demiş şair; “Geleydin bir çay içimi, sen çayı dökerken ben de içimi. Sen gelseydin bize bir çay içimi, bardaklarımıza çay dökerdin, ben ise sana dökerdim yalnız içimi.” Ya ya. Rabbim (c.c.) hepimize içimizi döküp dertlerimize derman olacak dostlar nasip eylesin. Haaaa bu arada unutmayın çayın tadı şekerden değil haaa, tadı eşlik edenden gelir eşlik edenden.
Dostlarım; bazen kendi kendime der ve mazime filim şeridi gibi gönül gözümüzle bakarken, 39 yıl hatırı olan çayın yanısıra, eskiden oturduğumuz o mahalleleri özleriz. O mahallelerde geçen çocukluğumuzu özleriz. Bizden giden tüm güzellikleri özleriz tüm güzellikleri. Hele hele ölen yakınlarımızı daha çok özleriz. Artık işime yaramaz deyip de çöpe attığımız ya da birisine verdiğimiz oyuncaklarımızı özleriz. Geride bıraktığımız insanları özleriz. En kötüsü ne biliyormusunuz dostlarım. Özlediklerimizin hiçbirisi bir ndaha geri gelmez. Sadece ve sadece özler dururuz.
Netice itibariyle; “Kul fanidir yol mukaddes, bir gün verilecek son nefes, ne makam kalıcı, ne de boş heves, sadece yaratana hizmettir gerçek adres.” Eyvallah doğrudur.
Dostlarım insan dostunu nerede unutmaz bilirmisiniz. Hem duasında, hem de çay sefasında. Cam bardakta can dostlarıma çayım var içermişin, suyuna duamı kattım şifa olsun, rengini güllerden aldım dostlarıma afiyet olsun diye, tadıyla için hayatı, hayatımız cennet olsun diye cennet olsun. Soğutmadan sevgileri, soğutmadan sevdaları, soğutmadan dostlukları yaşayın doyasıya seviyorsanız ve koşun ardından. Beş dakika bele zaman yok. Kırmadan, incitmeden sevin insanı, adamı, adam gibi adamları. Öyle ki sakın unutma üç kuruşluk iskeletli insanları, değmez beş kuruşluk değer vermeye. Eğer hayatınızda çaylar sallama, adamlar ise damlama olmuşsa böyle dostluğa virüs bulaşmıştır. Onu terk etmek veya bozuk para gibi harcamak lazım. Dostun geldiğinde demli iki çay ver usta, biri bana diğeri de dost bilip de dostunu dost diye, ziyarete gelene, ziyarete gelene. Selam ve dua ile kıymetli dostlarım.
Yusuf ÇAKICI
Yalıhüyük / KONYA