Millet ve memleket sevdasıyla dolup taşmanın ilk adımı bana göre türkülerimizdeki Türkçeye kulak vermektir.
Birine yahut bir varlığa gönül vermenin, sevdalanmanın bir adı da vurulmaktır.
Enis Şanlıoğlu Lisesi’nde birkaç sene beraber olduğumuz arkadaşlarımdan Nuh Keniş Hoca son şiirlerinden birinde bu vurgunluğu anlatmıştır:
“Mevla’m ne çok nimet vermiş bu yurda
Soluklan, seyreyle birazcık dur da
Dağımda dolaşan tilkiye kurda
Yelesi ipekten yaya vurgunum
Üzümü, inciri, kızıl elması
Tarife gerek yok işte dolması
Bir gülüşle kolay gönül alması
Tavşankanı taze çaya vurgunum”
Dille gönül arasında sağlam köprüler vardır. Duygulanır, yüreğinde bir acı, bir sevinç bir coşku tufanı olur; bu doğrudan dile yansır.
“Ben Türkçenin ezeli bir aşığıyım.” Diyen Halit dilimize vurgunluğunu bu sözle anlatmıştır mesela. Lise 1. sınıfta edebiyat dersini Nihat Sami Banarlı’nın kitabından takip edenlerin aşina oldukları bir sözdür bu. Edebiyatımızda Servet-i Fünun Dönemi’nin usta romancısı, “Türk Dili İçin” başlıklı çok sevdiğim o yazısında “sevgilim” dediği Türkçemizi bütün devirlerinde giydiği her elbise ile sevdiğini örneklerle anlatır.
Neredeyse yarım asra yakın bir zaman geçmesine rağmen o kitaptan bir o sözü unutmadım bir de Refik Halit Karay’ın, “Eskici” hikâyesinde, hikâye kahramanı eskicinin, işini yaparken dakikalarca kendisini seyredip de Türkçe bildiğini neden sonra öğrendiği küçük Hasan’ı nasıl dinlediğini anlattığı şu cümlelerini:
“ Eskici hem çalışıyor, hem de ara sıra, “Ha! Ya? Öyle mi?” gibi dinlediğini bildiren sözlerle onu söyletiyordu, artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini, bir rüzgârını, bir türküsünü dinliyormuş gibi hem zevkli hem yaslı dinliyordu; geçmiş günleri, kaybettiği yerleri düşünerek benliği sarsıla sarsıla dinliyordu.”
Edebiyatımızın usta kalemleri, ömürlerini söz incisini ipliğe dizerek tükettikleri için dilin önemini, sahip olduğu incelikleri, taşıdığı zenginlikleri de en iyi bildikleri için zaman zaman dile dair ölümsüz değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Mesela Yahya Kemal dile duyduğu sevgiyi şu sözle ifade etmiştir: “ Bu dil benim ağzımda annemin sütüdür”
Ben bu yazımda türkülerimizdeki Türkçeden söz etmek istiyorum. Dilinin türkülerle yunup yıkandığını söyleyen Bedri Rahmi Eyüboğlu “Türküler Dolusu” adlı şiirinde der ki:
“Türküler, türkülerimiz…
Ana sütü kadar candan ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ yayla yayla
Köyümüz köylümüz memleketimiz”
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni…
Ben türkülerden aldım haberi.”
Yazarlarımızın şairlerimizin dili kullanırken taşıdıkları titizliği biliriz. Bu nedenle dilin en seçkin, en güzel örnekleri edebi metinlerdeki dildir. Her birinde doyumsuz güzellikler buluruz. Ya türkülerimizdeki Türkçe?
Tamamını bildiğimiz, bilip de okuyabildiğimiz kaç türkü var?
Hangi türkümüzün hangi yöremize ait olduğunu tahmin edebiliriz belki; ama ya sözleri? Bu türkünün anlattığı ne ki?
Bir iyice kulak versek duyacağız ki…
Bunlar sevdaların hikâyesidir.
Belki de bizim hikâyemiz.
Her ne kadarihmaletsek, umursamasakhattahorgörsek de; nezamanbirtürküçalınsakulağımıza, yüreğimizdebiryerlerintitrediğinihissederiz. Hissederiz de kendimizdenbirşeylermuhakkakbuluruz o türkününnağmelerinde...
BunedenletürkülerimizevetürkülerimizdekiTürkçeyekulakvermekbirbakımadilimizin en saf, en güzelörneklerineaçmaktırkalbimizi.
Unuttuğumuzsesimiziyendenduymakiçin;insanavekainatagönülgözüylebakmakiçin;iyiliği, güzelliği, doğruluğu, ahdevefayı, yiğitliği, merhameti; utanmayı, pişmanolmayı, acıyı, hasreti, sevinci, neş’eyi, sevgiyi, saygıyı, hoşgörmeyi, aşkı, sevdayı...hülasakaybolmayayüztutmuşinsanideğerlerimizadına ne varsabunlarlayenidendonanmakiçinözellikledilimizitürkülerimizleyıkamayaihtiyacımızvar.
TürkülerimizdekiTürkçedenöğreneceklerimizvar.
Ela gözlerini sevdiğim dilber
Sana bir sözüm var diyemiyorum
Bilmem deli miyim Mecnun gezerim
Sırrımı ellere veremiyorum -Derdimi ellere diyemiyorum
…
Ela gözlerine kurban olduğum
Yüzüne bakmaya doyamadım ben
İbret için gelmiş derler cihana
Noktadır benlerini sayamadım ben
Ezgileriyle bildiğiniz bu türkülerden birincisi Neşet Ertaş’a ikincisi Karacoğlan’a ait. Farklı zamanlarda ve farklı mekânlarda yaşamalarına rağmen (yaklaşık üç yüz yıl) sözlerdeki ve söyleyişteki benzerliklere ve güzelliklere bakın.
Dilden dile gönülden gönüle dostluk ve kardeşlik köprülerinin kurulmasında türkülerimizin emsalsiz bir işlevi olduğunu düşünüyorum.
Türkülerimize kulak verelim ki dilimiz ve gönlümüz de türküler gibi saflaşsın, güzelleşip incelsin.
Öyle incelsin ki sevdiğimizi söylediklerimize değil zarar vermek, onları incitme ihtimali bile olabilecek hiçbir söz ve davranışın düşüncesi bile oluşmasın akleden kalplerimizde.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal 18 Ekim 2021