banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Türk Milleti olarak bize göre olan özel hasletlerimizin yanında bazı olumsuzluklar içeren özelliklerimizde var maalesef.

Geçen haftaki yazımda Türk’ün karakteristik özelliklerini ve Müslüman kişinin uyması gereken güzellikleri yazmıştım.

Bu yazımda,günlük hayatımızda hepimizin gördüğü, hissettiği ikili ilişkilerimizde bizatihi yaşadığı bir takım özelliklerine değinmeye çalışacağım.

Biz toplum olarak duyduğumuz her şeye bir kaynak aramaksızın inanan bir toplumuz. Duyduğumuz şey hakkında bir muhakeme yapma gereği duymadan ortaya atılan mevzuya müdahil olur ve o konuda bir ihtisasımız varmışçasına ahkâm kesmeyi severiz. Genellikle de duyduğumuz her konuyu etrafımıza yaymaya ve insanları kayıtsız şartsız bu olayı kabullenmeye davet ederiz. Genellikle de epeyce taraftar toplarız.

Örnek olarak, “Falanca yerde bir su kaynağı varmış, o suyu içtiğin zaman ne midende yanma ne bağırsaklarında sindirim bozukluğu ne böbrek rahatsızlığı hiçbir derdin kalmıyormuş.” diyerek isim isim örnekler de vererek iddiamızın arkasını kuvvetli delillerle sağlamlaştırmaya çalışırız.

Ya da bitkilerden bir karışım oluşturup birtakım bedensel ya da ruhsal rahatsızlık şikâyetleri bulunanlara “kesin çözümlü” alternatif tıbbi reçeteler sunar onların tedavilerine katkı sunmaya çalışırız.

Bunları yaparken iyi niyetimizden kimse sual edemez. O kadar içtenlikli tavsiyelerdir ki bunlar, eğer bu tavsiyelere uymazsak tavsiyede bulunana saygısızlık etmiş oluruz adeta. Bir nevi tabiat doktoruyuzdur.

Bizlerin özellikle son zamanların hastalığı olan ayrı bir özelliğimiz daha var. Komşumuzun arabasının marka ve modeli eğer bizimkinden daha yüksek bir yerde ise mutlaka ne edip edip onu yakalama hatta onun üzerine çıkma derdi sarar beynimizi de bedenimizi de. Bütçemizin uygun olup olmamasının bu ihtiyacımız gidermek için bir bahane olmadığını düşünürüz.  Bu bir zorunluluktur ve mutlaka gerçekleşmelidir. Kredi mi çekilecek, ek iş mi yapılacak bir çözüm bulunacak ve o arzumuz mutlaka gerçekleşecek...

Komşunun oğlu ya da kızı eğer güzel bir üniversite ya da bölüm kazanmışsa, bizim çocuklarımız için de mutlaka ve mutlaka gerekli tedbirler alınıp, en iyi dershanelerde yer bulunacak ve daha güzel okullara veya bölümlere yerleştirilmeleri sağlanacak. Yoksa hayata atılmanın bir başka şekli asla kabulümüz değil. Çocuğumuzun yeteneğinin de başka ideallerinin de hiçbir anlamı yoktur.

“Yoksa benim oğlum sanayilerde mi ömür tüketecek? Bu bize asla uymaz.”

Okul bitip, akabinde devlette bir iş bulunamadığı takdirde de;serzenişler, eleştiriler, kaprisler ayrı bir konu başlığı olacak.  Yani her işimiz plansız.

Bizler, genel özelliklerimiz itibariyle başkalarının peşine takılarak, onları taklit ederek ya da kendiliğimizden,ilmi olmayan bir takım prensipler ihdas ederek en iyiye ulaşmak için geçilmesi gereken basamakları elimizin tersi ile itebiliyoruz.

Çocuklarımızın; çocukluklarını, gençliklerini, doğal olan insani ihtiyaçlarını düşünmeksizin, onların değil aslında kendimizin tatmin olacağı hususlara yoğunlaşıp çocuklarımızı bu ihtiyaçlarımızın karşılanması sürecinde bir araç olarak kullanmaktan hiç kaçınmıyoruz.

“Ama olsun biz tatmin olalım da gerisinin bir önemi yok” diye düşünüyoruz.

Bizler parayı önceleyen, diğer bütün değerleri ondan sonra sıralayan bir toplum olma yolundayız maalesef. Aslında çok önemli bir iddiada bulunuyorum şahsen. Bizim bu tutumumuz kalkınmamızı engelleyen en etkili konudur.

İçimizden “ne güzel işte, insanlar bir iddia ortaya koyuyorlar, hedeflerini belirliyorlar ve o iddialarını gerçekleştirmek için o hedeflerine ulaşmak için gayret ediyorlar, bundan âlâ ne olabilir ki?” diyebilirler.

İlk duyuşta bu düşünceler çok doğru düşüncelermiş gibi gelse de insana, paranın ve maddiyatın ilk sırada konuşulması ve diğer insani değerlerin hep göz ardı edilmesi sonucu,  toplum düzeninin sağlıklı işleyişine, birarada yaşamanın güzelliklerine katkı yapmak ve güzelliklerden haz almakyerine tersine etkiler yapmakta ve bunun acısını çekmekteyiz.

Toplumumuzun bu duruma gelmesinde, eğitim sistemimizin 80 yıldır “yaz-boz” oyunundan bir türlü kurtulamamasının birinci sıradaki rolü asla yadsınamaz.

Zira 66 hükumette 78 milli eğitim bakanının görev yapmış olmasının bu halimizi anlatmakta önemli bir anlamı vardır.

Sanırım yeterli bir istatistiki bilgidir bu bilgi.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.