Neden hep aynı şeyleri konuşup duruyoruz? Bulunduğumuz yerden bir milim ileriye veya geriye hareket etmeme konusundaki inadımız olabilir mi bu sorunun cevabı?
İnat deyip geçmeyin!
‘İnat da bir murat’ sözünü bir arkadaştan ilk defa duyduğumda bunun felsefesini bile yapabilen bir toplum olduğumuzu düşünmüştüm. ‘Uğraş verdiğin işi neye mal olursa olsun tamamlayacaksın, vazgeçmek yok, iş ne kadar inatçı olursa olsun, seninki ondan baskın olmalı vb.’ anlamında söylemişti bu sözü arkadaşım.
Bir temmuz sıcağında sırılsıklam tere battığı halde daha fazla ısrar etmemesi için ne dedimse dinlememiş, nitekim başarılı da olmuştu hani. Zorluklardan yılmama adına böylesi inatlaşmalara can kurbandı; lakin bir kavram olarak olumsuz, kaba ve nahoş çağrışımları olantaassup kelimesinin dahiizaha yetmediği kör inada ne demeli?
Adam iri gövdesiyle dükkâna girdiği gibi bir taraftan aldığı mal veya hizmetin bedelini ödemek için borcunu sorarken bir taraftan uzattığı eliyle kendisine daha fazla yaklaşmasından çekinen genç ustanın elini yakalamaya çalışıyor. Adamda maske yok, cesur tavrına bakılırsa virüsü de takmıyor. Bir taraftan da iri gövdesiyle mesafe filan umursamadan üzerine yürüdüğü için hışmından kaçmayı başaran ustayı kınamadan da duramıyor. ‘Sünnet, sünnet!’ diyor. ‘Kaçılır mı sünnetten?’ Usta,temkini elden bırakmıyor iyi ki! Bu temkinle savaşı bitirme niyeti açık olan cevabını beğeniyor, alkışlıyorum: ‘Sünetten değil, virüsten kaçıyorum abi!’ diyor. Adam gayet pişkin! Bir kısmını kartla yapacağı ödeme için pos cihazlarını kendisi kullanmaya kalkınca dükkân sahibine gereğinden fazla yaklaşmayı nihayet başarıyor. Pes doğrusu demekten kendimizi alamıyor, içerideki birkaç kişiyle birlikte mekânı terk ediyoruz.
Tarihten gelen, coğrafyamızdan kaynaklanan sorunlarımız var; dini, siyasi, sosyal, kültürel veya ekonomik sorunlarımız var; lakin bunları konuştukça sorunlarımızda gözle görülür bir azalma olmadığı gibikör düğüme dönüştürdüğümüzü fark edebiliyor muyuz, bilmiyorum.
Mesela her yıl İstanbul’un fethinin yıldönümlerinde en fazla tartışılan konularımızın başında Ayasofya olurdu. Ayasofya neden müze yapıldı? Fatih’in emaneti ne zaman ibadete açılacak? Siyasi iktidarlar bunca sene neden muktedir olamadı? Egemenlik haklarımız üzerinde başkalarının dayatmaları mı var? Neden şimdi? Daha ciddi sorunları kamuoyunun dikkatinden kaçırmak için mi? Buna benzer yığınla sorulara cevap bulmak amacıyla görüşlerine müracaat edilen uzmanların artık bıkkınlık veren tartışmalarından bir arpa boyu yol alınmazdı.
Çözüm iradesi galip geldi ve çok şükür çözüldü, bitti.
Çözülemez düğüm olur mu? Olmaz, olamaz elbette. Olurun da olmazın da soruna yaklaşım tarzımızla alakalı olduğunu artık çok iyi biliyoruz. Temel yaklaşımımız çözmek için olursa çözülüyor; öyle değil de kör bir inatla düğümle savaşmak için olursa tabi ki çözülmüyor.
Anayasa tartışmalarında geldiğimiz yer burası, on yıldır devam edip gelen ve nihayet geçen hafta bir törenle temeli atılan ‘kanal’ tartışmalarında durumumuz aynı. Terörle mücadele desen son yıllarda kat edilen büyük mesafelere rağmen kimilerine göre hiçbir şey yapılmamış yahut her şey eskisinden beter hale getirilmiş gibi karşılanabiliyor.
Adına maruf dedikleri ortak iyilerde değil de kör inadımızla kendi nefsimizin veya kişisel çıkarlarımızın gösterdiği doğrularda ısrarımız inadı doğuruyor. İnat da haliyle tipini beğenmediklerimize karşı çıkmaya yani taassup denilen bakar körlüğe neden olabiliyor. Bir dert ki iflahı yok!
Bu ülkede yol gibi, köprü gibi, kanal gibi olmazsa olmaz eserler üretmek gibi yahut yerli ve milli markamız olması için titizlenilen ileri teknoloji ürünleri gibi yapılmaları her ülkede son derece sıradan, normal ve doğal olan ve öyle kabul edilen projeler üzerinde niçin büyük gürültüler koparılarak tartışıldığını hala anlayabilmiş değilim. Bu ve benzeri konuların hiçbir ülkenin iç kamuoyunda bizdeki gibi aylarca yıllarca kavga gürültü konusu yapıldığını hatırlamıyorum.
Biz acılarda da sevinçlerde de milletin bağrından yükselen sesleri de biliyoruz, millete rağmen millet iradesini yok sayan cızırtıları da…
Sen ne dediğinin farkında mısın hemşerim?
Ortak doğrulardan, ortak yanlışlardan söz ediyorum.
İyiden, doğrudan ve haktan yana bir bir kavga ise verdiğin, tek başına da olsan inatla yürü. Millet böylesi sabır ve kararlılık gösteren yürüyüşleri bilir. Bilir de ona göre davranır.
Nitekim zor zamanlarında “Biz biliriz bizim işlerimizi/ İşimiz kimseden sorulmamıştır” diyebilen sabırlı ve kararlı liderlerinin arkasında ne pahasına olursa olsun saf tutmayı başarmıştır.
İyiye iyi, kötüye kötü demek çok mu zor?
Diyemiyorsan başka bir hesabın var demektir.
Bu halinle sorunun ta kendisi olmuşsun zaten. Kendi varlığı sorun haline gelen biri nasıl çözüm üretebilir ki? İradesini çözümden yana kullanabilme iradesi göstermeyenlere milletin cevabı centilmence olur ve sadece şunu söyler:Faydanızdan çoktan geçtik; zarar vermeyin yeter!
Nihayet Yavuz Bülent Bakiler’den ödünç alarak daha net söylemek istiyorum böylelerine sözün daha kısasını ve özünü:
“Kılığın kıyafetin sarmadı beni
Söylediğin türküler bizim türkülerimiz değil
Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını
Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden
Bulutlar rahmetini kesmeden yavaş yavaş
İnsanlar selamını esirgemeden
Savuş git içimizden…”
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal/29 Haziran 20231