Ben ilkokulu bir dağ köyünde bitirdim. 1970'li yılların başında, köyümden okumak için ayrılan ilk bir kaç kişiden birisiyim.
Aklımın erdiği andan itibaren ailem içinde; "din, iman, vatan, millet, bayrak, ordu, hürriyet, istiklal v.b" değerlerle büyütüldüm. Okullarda da bu değerlerin üzerine eylem ve söylemler ile takviyeler yapılarak yüreğimde ve zihnimde pekiştirilmesi sağlandı.
Doğal olarak, aileden gelen hazır bir potansiyel zaten vardı... Bu potansiyeli işlemek, üzerine ilaveler yapmak daha kolaydı ve öyle de yaptılar. İyi ki de öyle yetiştirilmişim.
Ancak, yirmili yaşlarımdan itibaren memuriyete atılıp gerçeklerle karşılaştıkça ve yaşım da ilerledikçe aklımı kurcalayan hadiseler çıkmaya başladı karşıma... Bizlere öğretilen bütün değerlerin, "bizleri baskı altında tutmak amacıyla kullanılan unsurlar" mı olduğu konusunda kuşkularım artmaya zamanla da katmerlenmeye başladı.
Makam ve mevkilere ulaşabilmek için kırk takla atanları, en yakın arkadaşını satanları, bana öğretilen değerlerin kendileri açısından bir ehemmiyeti bulunmadığını öğrendikçe, önlerine çıkan engelleri; hukuk, adalet, demokrasi gibi insani değerleri hiçe sayarak başka araçlarla ya da zorla ortadan kaldıranlara şahitlik ettikçe, bu kuşkularım daha da artmaya başladı.
Sözün hulasası; insanlar alın teriyle, bileklerinin ve akıllarının gücüyle bir iş sahibi olmak için gösterdikleri çabaya, emeğe saygısızlık eden bir takım güç sahipleri gördüm.
Geçimini zar zor sağlayan milyonların haklarına göz dikerek kendilerine, asli maaşlarının yanında başka başka mevki ve makamlar ihdas ederek, birden fazla; “maaş”, “ödenek”, “huzur hakkı”, “harcırah”, “danışmanlık”, “komisyon”, “girmediği dersin ücreti”v.s adları altında gelir elde edenlerin varlığı gibi gerçeklerle karşılaştım. Buhaksızlıkları bir yasaya bir yönetmeliğe uydurarak hukuki açıdan da uygunluk çalışmalarına girişildiği gibi konulara şahitlik ettimhayatım boyunca...
Bu konuların önünü kesmeyen sisteme ve o sistemi yürürlükte tutanlara da hakkımı helal etmiyorum tabi. Ancak bunu söyleyebiliyorum, elimden bu kadarı geliyor.
Bu sistemin içinde, üç kuruşu bir araya getirmeye çalışanlara nazaran; iki, üç, dört maaş alanların varlığı devletin temeline dinamit koymakla eşdeğerdir.
Bu sistemsizliği, ve adaletsizliği milletimin gözünden kaçırmaya çalışan kim varsa bu ucube uygulamaları yürürlükte tutmaya devam eden yetkili olup da düzeltmek için adım atmayan kim varsa hak etmeden elde ettiği bütün gelirleri zehir zıkkım olarak kendilerine geri dönsün.
Bu yazımı farklı iletişim ve haberleşme organlarının "BİRDEN FAZLA MAAŞ ALAN KAMU GÖREVLİLERİ" başlıklı haberlerden etkilenerek yazdım.
Bu konuda herhangi bir siyasi oluşumdan ziyade yılların hastalığını tedavi etme gayreti göstermeyen ve 60 yıllık ömrümün her safhasında karşılaştığım bu sorunlara çözüm bulmayan etkili ve yetkililerden, sistemden bahsettim. Bu durum o siyasinin ya da bu bürokratın tek başına ihdas ettiği bir durum da değildir. Her oluşumun içinde bu tür konuların varlığını duyuyor, görüyoruz.
Bir kişi maaş ya da başka adlar altında devletten ilave olarak bir tek kuruş almamalıdır, devlet de böyle bir "ödeneği" vermemelidir.
Gerek belediyelerde gerekse birtakım kamu kurum ve oluşumlarında farklı görevler adı altında maaşından hariç ya da makamına hiç uğramadığı halde maaş alanların varlığı hususundaki haberlerin ve olayların üzerine gitmeyenler de bu işlerin baş sorumlusudurlar.
Her kuruşta tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı olduğu bilinciyle içimden geçenleri yazdığım bu yazımın altına yapılan yorumlar için hassas davranılmasını istirham ediyorum.
"Herkesin kendi kapısının önünü temizlemesi ondan sonra devlet yönetimine talip olması, herkesin; temizliğe, dürüstlüğe, ahlak ve fazilete değer vermesi, değer vermeyenlere geçit vermemesi gerekir." Ben böyle düşünüyorum.
Konu; " benim partim seninkini döver" anlayışından dahakapsamlı ve önemli bir konudur.