Hz. Ömer (r.a.), bir vali, yönetici ya da bürokrat atayacağı zaman ilk önce o kişinin göreve gelmeden önceki bütün malını saydırır ve kayıt altına aldırırdı. Görevden sonra da mallarını tekrar gözden geçirir eğer aşırı bir servet birikimi ya da şüpheli bir durum varsa o bürokratın mallarına el koydurup hazineye aktarırdı.
Bir gün vali ya da bürokrat olmayan Ebu Bekre’nin bir kısım mallarına da el koydurmuş ve hazineye aktarmıştı. Ebu Bekre bunu öğrenince itiraz etmiş ve “Ben vali ya da bürokrat değilim. Benim mallarıma neden el koydun ey Ömer!” deyince Hz. Ömer, “Evet sen bürokrat değilsin ama senin kardeşin beytülmalden sorumlu bürokrattır. O sana borç para veriyor ve sen de bununla ticaret yapıp servet biriktiriyorsun. Eğer kardeşin bu görevde olmasaydı sen bu serveti nasıl biriktirecektin. Senin mallarına da bu yüzden el koydum” demişti.
Hz. Ömer (r.a.), kamuda akraba kayırmacılığını bir yöneticinin yapabileceği en büyük hainliklerden birisi olarak görmüştür. Kûfe Valiliği için istişare ederken yanındakilerden birisi bu makama Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ı teklif edince, Ömer (r.a.) adama dönüp, “Allah senin canını alsın! Bilmiyor musun ki, kim daha layık biri olduğu halde bir işe akrabasını ve yakınını tayin ederse Allah’a, Resulüne ve bütün Müslümanlara ihanet etmiş olur” dedi.
Hz. Ömer (r.a.), kamu görevlilerinin kamu malını kendilerinin ve ailelerinin lüks ve konforları için kullanmalarına da şiddetle karşı çıkar ve bu durumu engellemek için sert ve ibret verici tedbirler uygulardı.
Bir gün Şam’a bir vali atamıştı. Valinin kamu malıyla kendisi için özel bir hamam yaptırdığını ve kendisine özel hizmetçiler ve kapıcılar edindiğini duymuştu. Hemen o valiyi Medine’ye çağırttı. Onu kapıda uzun bir süre bekletti. Sonra içeri alıp ona yünden yapılmış kalın bir aba giydirdi. Beytülmale ait tam üç yüz koyun getirtip o valiyi bu koyunların başına verip onları otlatması için çöle gönderdi. Kendisi de arada onun yanına gidiyor, koyunlarla birlikte bir ileri bir geri gönderiyor, kuyudan su çektiriyordu. Bu hâl tam üç ay boyunca devam etti. En son makama çağırıp, “Aklın başına geldi mi” diye sordu. Gereken dersi çıkardığını görünce de onu tekrar görevine iade etti.
Hz. Ömer (r.a.), atadığı yöneticilerin halka tepeden bakmasına ve onlara zulmetmesine asla müsamaha göstermezdi. Halka yaptığı bir konuşmasında şöyle demişti: “Ben yöneticilerinizi size zulmetsinler, malınızı gasbetsinler ve namusunuza göz diksinler diye yollamıyorum. Kimin başına böyle bir şey gelirse muhakkak bana müracaat etsin. Eğer bir yanlış görür de uyarmazsanız vallahi siz de hayır yoktur. Yok siz uyarırsınız da ben sizi dinlemezsem vallahi o zaman bende hayır yoktur. Şayet bir kimse konuştuğu zaman hapsedilmeyeceği konusunda güvende değilse demek ki onun can emniyeti yoktur.”
Bu uyarılardan sonra bir adam geldi ve cebinden çıkardığı saçlarını Hz. Ömer’in göğsüne fırlattı. Hz. Ömer, “Bunlar nedir” diye sorunca adam, “Atadığın vali bana haksız yere yirmi kırbaç vurdu ve saçlarımı da tıraş edip elime verdi. Vallahi eğer ahiret ve cehennem olmasaydı ben ne yapacağımı bilirdim” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.), “Keşke bütün insanlar senin gibi cesur ve tavizsiz olsalar. Vallahi bu bizim için dünyanın bütün ganimetlerinin bizim olmasından daha hayırlıdır” dedi ve o valiye bir mektup yazdı: “Şayet bu adamın dedikleri doğruysa ben de sana aynısını yapacağım. Bu adamı sana gönderiyorum. Eğer sen bunu bu adama insanların gözü önünde yaptıysan bu adam da sana bunu aynı insanların gözü önünde yapacak. Yok gizli bir yerde yaptıysan bu adamı aynı yere götür sana orada aynısını yapacak ve kısas uygulanacak” dedi.
Adam şehrine geri dönüp mektubu valiye verince vali adamın önünde oturdu ve “Buyur istediğini yap” dedi. Adam başını göğe kaldırıp Allah’ım senin için affediyorum dedi ve helalleşti.
Allah, Hz. Ömer’den (r.a.) razı olsun. Burada anlatılan örnekleri daha fazlasıyla Prof. Dr. Ali Muhammed Sallabi’nin Hz. Ömer kitabında bulabilirsiniz.