banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Şair Yavuz Bülent Bakiler, ‘Anadolu Hikâyesi’ adlı şiirinde Anadolu’nunyüz yıllardıryönetimlerin her isteğini karşıladığı halde layık olduğu hizmeti alamayıp bir şekilde cehalet ve sefalet içinde kendi kaderine terk edildiğini ve buna benzer nedenlerle katmerleşmiş dertleriyleiçler acısı halini dile getirirken yapmıştı bu can yakıcı tespiti. Yüz yılların birikimi onulmaz yaralardı bunların birçoğu.

        Yaklaşık yarım asır öncesinin Türkiye manzarasından çizgiler taşıyan şiirin birkaç beytini geride kalan on yıllar içinde bu topraklarda değişenleri ve hiç değişmeyenleri görmek bakımından hatırlamanın iyi olacağını düşündüm.

        “Anadolu toprağında kara saban ve kağnı

Başka söze ne hacet!

        Dolaşır içimde açlardan, çıplaklardan, işsizlerden

Binlerce on binlerce hayalet!”

        Kadın erkek, herkese ilim emretmiş peygamber;

        Ama tutmuş yakamızdan katran gibi cehalet!  

        Türkiye’m, ana yurdum sürüp gitmez bu çile

        Az daha sabret!”

        Bugün maddi bakımdan şartlar değişmiştir.Bölünmüş yollar, dağları delip geçen tüneller, yüksek hızlı trenler, neredeyse her ile uçakla ulaşım imkânları… Modern şehirler,hastaneler, okullar, fabrikalar… Hayatı kolaylaştıran ileri teknoloji ürünleri, enerji arzında çeşitlilik; alt yapıda iletişimde ve daha birçok alanda gerçekleşen yenilikler son elli-altmış yılda kat edilen mesafeyi dolayısıyla bu fiziksel değişimi anlatmaya yetmektedir; lakin şairin yakamızdan tuttuğunu söylediği ‘katran gibi cehalet’ için aynı hızda bir değişimin gerçekleştiğini aynı rahatlıkla söyleyebilir miyiz?

        Gazeteci emre Kongar bir yazısında cehaletten şu şekilde söz etmiştir: “Cehalet, soru sormayı, sorgulamayı, daha iyiyi, daha güzeli, daha doğruyu aramayı bilmez...Ama ezberi, itaati, emri, azarı, cezayı bilir.” Mesela…

 

        Mesela dünkü mürit için belirlenen ‘gassalın elinde meyyit gibi olma’ kuralı bugün değişmiş midir? Eriştiği manevi yüksekliğin ve ilmin dereceleri ölçülemeyen, değişen durum ve şartlar göre peygamberimiz Hz. Muhammed’i rüyada görüp aldığını söylediği talimatlarla ölümüne teslim olmuş bağlılarına mesajlar gönderip onları istediği şekilde yönlendiren şeyhler, hocalar, gavslar, kutuplar ‘ne derlerse doğrudur ve yaptıkları sorgulanamaz’ anlayışında dünden bugüne milim değişim olmuş mudur bu topraklarda? Okuyup okuyup önce peygamberlerin sonra bütün ölmüşlerimizin ruhlarına hediye ettiğimiz Kur’an’da “Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.”(Bakara/134) diyen Rabbimizin apaçık beyanına rağmen ölülerden yardım isteme konusunda dahası onların başımız sıkıştıkça yardıma geldiklerine inanmaya devam etmiyor muyuz?

        Bilgilenme yahut istediğimiz bilgilere hem de anıda ulaşma imkânları bakımından dünle kıyaslanamayacak kadar ilerideyiz bu nedenle bugün, şairin yakamızdan tuttuğunu söylediği‘katran gibi cehalet’in bilgi eksikliğimizden değil, bilgilerimize göre davranmayı hayatımızın olmazsa olmazları arasına sokamayışımızdan kaynaklandığını düşünüyorum.

        Bugün daha çok cahiliz; çünkü sorunumuz bilgi eksikliğimiz değil, bilgimize göre davranma erdeminden yoksunluğumuz. Bile bile bilmiyormuş gibi davranıyor olmamız. Belki de bilinçli bir tavırla apaçık gerçeklerin üstünü kapatmaya hatta yok saymaya çalışmamız. Ebu cehil tutumu mesela… Bu adamın döneminin Mekke müşrik toplumunda bilgisiz, cahil bir adam olduğunu kim söyleyebilir? Bu konuda evrensel ölçü Şirazlı Sadi’nin dediği gibi bellidir aslında : “Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır biçimde davranmıyorsan cahilsin.”       

        Dün 28 Şubat’ın ve Merhum Pro. Necmettin Erbakan Hoca’nın vefatının yıldönümüydü. Gün boyu o günlerde neler olup bittiği anlatıldı. Erbakan Hoca’nın bu ülke için değeri ve önemi anlatıldı. O gün de bugün de üniversite hocaları, yüksek yargı mensupları, siyasi liderler, gazetelerin başköşelerini tutmuş koca koca adamlar sahip oldukları bilgilerine yakışır şekilde gerçekleri saklamadan, çarpıtmadan ifade edebilmişler midir?

        Anadolu’muzun her türlü derdiyle gerçek manada dertli insanlarından Yavuz Bülent Bakiler’in çok sevilen bir başka     şiirinin birkaç beyti ve bir cehaletin daha doğrusu birilerinin ekmek kapısı demek olan aydınlanmaya set çekme, cahil bırakma felsefesinin adı demek olan bir kavramın tanımıyla bitiriyorum.

Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum,
Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç...

En gümrah ırmaklarım boşuna akıp gitti
Üç beş adım ötesinde toprağım vardı kıraç.

Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara
Barışta düştü üstüme gölge gölge haç...

Ben Anadolu’yum, acılı, mahzun;
Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç...

        Ekşi sözlüğe göre ‘bilmesinlercilik’ demek olan obskürantizm “Bilgiyi tekelinde tutanların, bu gücü ellerinden kaçırmamak için geri kalanların bilgiye erişimini zorlaştırmak veya imkânsız kılmaya yönelik çabalarına, bilginin anlaşılmasını zorlaştırmalarına verilen ad.” imiş.Kanaatimce ‘Sizin aklınız ermez, biz biliriz, ne yapacağınızı da söyleriz!’ hinliği sanki.

        Manzaramıza kavramın bakıca pek masum durmadığını görüyorum Kur’an’ın “Oku!” emriyle yıkmaya çalıştığı bu kavramın.

        Selamların en güzeliyle…

        Hacı Halim Kartal  02 Mart, 21

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.