“Hizmette devamlık esastır”, klasik bir laftan öte, içi boş ve doğruluğu tartışılan bir deyimdir. “Hizmet” nedir ilk önce onun bir tespitini yapmak lazım. TDK Sözlüğünde “Hizmet” birinin işini görme veya birine yarayan bir işi yapma. “Görev” ise bir kimseye veya bir kurula verilen özel amaçlı görev, misyon olarak tarif edilir.
Mesela; bir belediyenin yol, su, kanalizasyon, temizlik, kaldırım, taşıma vs, yaptığı işler görevidir. Bunlara artı olarak daha yaşanabilir ortamlar oluşturmak ve yapılan bu işlerin kalitesini yüksek tutmak hizmettir diyebiliriz.
Bir bakıma görev kavramında sınırlar çizilmiştir; eline liste verilmiştir, şunları şunları yap, ya da yapma diye.
Ama hizmet kavramında bir ufuk vardır, aşkınlık vardır, senden öncekini aşma vardır, hatta kendini aşma vardır. Bakanları dinleyenleri, takip edenleri, yandaşlarını ve zıttaşlarını hayrete düşürme vardır. Senden öncekilerin yaptığını yapmak, taklit etmek, yeni bir şey ihdas edememek sadece görevdir. Yani öncekinin yaptığını yapmak bir “görev”;öncekinin yaptığını aşmak, yeni bir anlayış ortaya koymak bir “hizmettir” . Zaten öncekinin yaptığını dahi yapamıyorsa bir yönetici ve yönetim, halk söylenmeye, kıyas etmeye başlamış demektir.
Bir hizmet, bir yol, bir park yapılıyorsa bir öncekinden farklı bir konsept ortaya koymak lazım. Yani izleyenlere, görenlere “vay be” dedirtebilmektir esas olan. Çalışmalarda vatandaş “vaybe” diyorsa hizmet vardır, demiyorsa yoktur diyebiliriz.
“Her hizmetin bir külfeti vardır” diyerek 1 aylık işi 3 ayda yaparsan, insanlar öncelikle kıyas eder ve eleştirir. Görevini yaparsın ama hizmeti eksik yapmış olursun.
Bizim toplumda genelde hizmetle görev her ikisinde aynı anlam yüklenerek kullanılır. Görevle hizmetin ince ayrımı farklı da olsa birbirinden ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir.
Demokrasinin olmasa olmazlarından olan muhalefet Türkiye’de başlı başına yanlış zemin üzerine kurulmuş çok partili döneme geçtikten sonra bu şekilde devam edip gitmektedir. Şimdiye kadar her parti tarafından benimsenip uygulanan bu muhalefet anlayışı ulusal anlamda da böyledir, yerelde de böyledir.
Siyasi partilerin en yetkili ağızları tarafından yapılan bu kör muhalefet anlayışı tabanda belirli bir noktaya kadar belki destek bulabilir ama son zamanlarda “hadi sende be” deme konumuna gelmeye başlamıştır..
Şimdiye kadar kör muhalefet anlayışından bu ülkeye çok şey kaybettirdiği bundan sonrada kaybettirmeye mahkûmdur. “Aklın mantığın, diyalogun, hoşgörünün olmadığı bu anlayışta birinin ak dediğine doğruda olsa öbürü kara diyebilmektedir”. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu anlayışın zihinsel arka planında “en iyisini ben bilirim, ben ne dediysem odur” gibi çağdışı bir düşünce vardır. Bu ülkede genel siyasette en sert şekilde uygulan bu muhalefet anlayışı ister istemez yerele de bu şekilde yansımaktadır.
Yıllardan beri şiddetle sürdürülen ve tabanını ikna etmekte zorlanan bu anlayışın temel ana felsefesi birinci derecede temsil ettiği düşünce yapısındaki taraftarlarını kontrol altında tutmaktır.
Türkiye deki bu muhalefet anlayışı muhalefette iken böyle, iktidara gelince pek fark etmiyor… Seçim politikalarında şunu yapacağım, bunu yapacağım gibi vaatler sunanlar iktidara geldikleri gün “enkaz edebiyatı yapmaya başlayarak hemen kendin den öncekilerden ne kadar borç devraldık diyerek ne tüm diyalog kapılarını kapatmaktadır.”
Başa dönersek işte bu kör muhalefet anlayışı hizmette devamlılığımın önündeki en büyük engeldir.
Türkiye’nin ihtiyacı olan diyalogdur; iktidarı ile muhalefeti ile herkes bu ülkeye hizmet etmek anlayışı ile siyaset yaptığını söylüyorsa hiçbir zaman diyalog kapılarını kapatmaması lazım
Bir hikâyeyle konumuzu bitirelim isterseniz…
Adamın birini hiç ummadığı bir sırada sadrazam yapmışlar. Adam ne yapacağını hiç bilmiyormuş. “En iyisi eski sadrazama danışayım” demiş adam kendi kendine. Gitmiş eski sadrazama... O da “Bak sana 3 mektup bırakıyorum. Zora düştükçe, sırasıyla aç ve mektupta denilenleri yap...” demiş… Aradan aylar geçmiş, başı sıkışan sadrazam ilk mektubu açmış. “Senden öncekileri kötüle” yazıyormuş mektupta. Sadrazam kendisinden öncekileri kötülemiş, yerin dibine batırmış. Her şey daha da kötüye gitmiş. Dayanamamış, ikinci mektubu da açmış. “Yakın çevrendekileri kötüle” yazıyormuş mektupta. Sadrazam yememiş, içmemiş, yakın çevresindekileri kötülemiş. Ama durum yine düzelmemiş ve sonuncu mektubu açmış: “3 mektup da sen yaz!”