banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Dostlarım; hiç şüphesiz dünyanın ve insanın yaratılışındaki temel maddelerden biri olarak kabul edilen toprak, insanoğlunun dareyin hayatında her zaman, çok önemli bir yer teşkil etmiştir.

            Çünkü toprak, temizdir, temizleyicidir, toprak özümüzdür, örtümüzdür, mümbittir. (Mümbit; kelimesi, dilimizde oldukça kullanılan bir kelimedir. Arapça kökenli olup verimli anlamını taşır ve genellikle verimli toraklar, verimli insanlar, adamlar, adam gibi adamlar için kullanılır.) Dolayısıyla özümüz ve örtümüz olan topraktan geldik, Rabbimiz (c.c.)’iz Bakara 156’da “Biz Allah’tan geldik ve Allah döneceğiz.” emrine uyuptoprak olmak üzere bir gün mutlaka toprağa döneceğiz vesselam.

            Toprak, her şeyi paklar, kaplar. Peki ya dostlarım toprak olmasaydı? Nereye giderdik biz. Halimiz nice olurdu. Tonlarca ayıplarımızı, kusurlarımızı, nerelerde sıtrederdik acaba.

            Rabbim (c.c.) vermesin birkaç ay hastane ve evde ameliyatlı, yara bere içinde, idrarımızı tutamadığımız, organlarımızdan bazılarının dışarıda olduğu bir halde, yatalak olarak hasta olduğumuz u düşünün, emin olun en güvendiğimiz dağlara kar yağdı misali en güvendiklerimiz bile bizden kaçar olurlar.

            Oysa toprak, evet toprak, bir anne  - baba kadar kutsal, her şeyi ile hastalığıyla, hatasıyla, kusuruyla, yaptığı zulümleriyle kısacası her şeyi ile ama her şeyi ile bağrına basıp kabul ediyor toprak. Ve son gün gelip SURA üflendiğinde, belki de “Yâleytenîküntütürâbâ. “Ah ne olurdu, keşke toprak olsaydım.” diyecek olan insanoğlu, Allah ve Resulüne uymadığı için, ayaklar altında, rüzgârla sağa-sola savrulan, toz - toprak olmayı temenni edecektir.

Oysa çamur olmayı dilemeden önce yapılacak çok şey var aslında. Kalbimizi Kur’an’ın hükümleriyle doldurmak, Resulün ışıklı sünnetiyle yoğrulmak, gönlümüzü gül bahçesine çevirmek için, toprağa benzemek lazım azizim. Buda ancak çamur olmadan önce gerekli sorumluluklarımızı yerine getirmek, adam gibi insan olmayı öğrenmekle mümkün.

            Şöyle mazimize baktığımızda, toprağın bazen sapkın kavimlerin üzerine yıkılıp yok etmesine sevindiriyor, bazen de kucağına aldığı insanları, geride bıraktığı fakir anne – babaları evlatsız, eşleri dul, çocukları yetim bırakıp, hüzün ve kedere gark etmesi. Bazen tonlarca kum ağırlığında dayanamayıp lavlar püskürtmesine rağmen yine de insanoğlunun dostudur, sırdaşıdır toprak.

Unutmayınız ki; medeniyetler su ve toprağın üzerinde kurulmuştur. O toprağın bir tek şansı vardır, iyi değerlendirmesini bilmektir bilmek.

            O zaman tabiri caizse dareyin hayatımızı cennet bahçesine benzetmeye çalışmak için, çaba gösterilmeli ve cenneti seyrede seyrede Kevser suyundan Hz. Mevlana’nın dediği gibi; “Her yerde olmak gibi bir duan varsa; gönüllere gir. Çünkü sevenler; sevdiklerini gönüllerinde taşırlar.” Gönülde taşınan eskimeyen dostlara selam eder, 39 yıl hatırı olan çayı yudumlarken Rabbimiz (c.c.) Taha 55’de buyurduğu üzere,“Sizi topraktan yarattık, tekrar toprağa döneceksiniz.” Sonuç itibariyle insanoğlu olarak yaratılış gayemiz, Rabbimiz (c.c.)’i tanımak, O’na ibadet etmek içindir, çünkü imtihan için dünyaya geldik, ucu bucağı görünmeyen bir imtihan salonundayız. Yunus’un dediği gibi; “Ana rahminden geldik pazara, bir kefen aldık döndük mezara.” İmtihan bitince salon terk edilecektir toprağa konulmak üzere.

Ne acı ki; ölüm hepimizi yakalayacak, varacağımız yer yine toprak olacaktır. Aydınlık ve renkli dünyadan, karanlık toprak altına girecek olma duygusu çoğumuzu ürpertir. Oysa karanlık toprak altında ne hayatlar okunur. Şu dünyadaki yeşillikler, çeşit çeşit meyveler, çeşit çeşit sebzeler, ağaçlar, rengârenk, desen desen çiçekler, hayat bulup yeryüzüne çıkıyor. Bakıyorsun her sene sonbahar ve kış mevsimine, yemyeşil olan tabiat, daha sonra cansız bir hal alıyor sararmış yaprakları, esen rüzgârlarla gidecekleri yere yol almaları. Ama bahar gelip yağmurlar yağmaya başlayınca, o kupkuru tabiat birden bire canlanıp yeniden çeşit çeşit meyveler, çeşit çeşit sebzeler, ağaçlar, rengârenk desen desen çiçekler, hayat bulup yeryüzüne çıkıyor. Bu da öldükten sonra tekrar dirileceğimizi gösteriyor.     

            Evet, dostlarım bizler toprak değiliz amma, topraktan gelen, toprağa giden garip bir yolcuyuz bu handaaaa.

            Öyleyse gelin şu dünyada, garip bir yolcunun kaç günlük saltanatı olur bilinmez ama bildiğim tek şey var oda, anne baba gibi kucaklayan toprağı seviyorum ve toprağa karışmaktan da korkmuyorum hiiiç. Çünkü orada artık arkadaşlarımız böcekler, konuşacaklarımız, hasbihal edeceğimiz Münker ve Nekir melekleri, yataş yatağımız, karyolamız mezar olacaktır, mezar. Çünkü toprak vefalı bir dost, çilekeş bir anne – baba, sırtını yasladığın kardeşlerden de güvenilir, cebimizdeki bozuk paralardan kurtulmak için onları harcıyoruz ya, işte bozuk olan eş ve dostlardan daha da dosttur toprak daha da dost.

O dost yani toprak bizden çok mu şey istiyor, yoook; sadece ve sadece toprağa benzemek, ya da toprak gibi olmamızı istiyor. Tercih ise bizim. Ya temiz bir toprak, ya da çamurlaşmış bir hayat. Artık devamlı duracağımız yer toprak, uğrak yerimiz kıyamet, son varacağımız yer ise Cennet veya Cehennem olacak.

            İşte, toprakla olan yakınlığımız böyle başlar ve böyle biteeer.

            Allah’ın “Hayy” isminin en çok tecelli ettiği arşı topraktır. ÜstadBediüzzaman Hz.leri Mesnevî-i Nuriyede arz âlemin kalbi olduğu gibi, toprak da arzın kalbidir. Yarın hesap vermek üzere, hayat tohumlarının, saklanması, hıfz edilmesi ve ihyası, toprak ile mümkündür. Peygamberimiz (s.a.v.) Müslimde geçen bir Hadislerinde; “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, onun secde halidir”   buyurduğu üzere öyleyse azizim topraktan ve toprağa inkılâp etmekten, kabirden ve kabre girip yatmaktan ürkme, korkma, madem toprak bu kadar güzel, bu kadar dost, o zaman toprağa dönmek de güzeldir vesselam.

            Netice itibariyle bizler; “Topraktan geldik toprağa gideceğiz.” Mühim olan, giderken çamurlaşmamak, çamurlaşmamak derken gelin Yunus’un şu “HOR BAKMA SEN TOPRAĞA” adlı şiirini çayımızı yudumlarken tefekkürle okuyalım inşallah…

 

Hor bakma sen toprağa, Toprakta neler yatar?

Hani bunca evliya, Yüz bin Peygamber yatar.

 

Cennette buğday yiyen, Gaflet gömleğin giyen,

Hem dünyaya meyleden, Âdem Peygamber yatar.

 

Arkasıyla kum çeken, Gözyaşıyla yoğuran,

Kâbe’ye temel kuran, Halil Peygamber yatar.

 

Vücudunu kurt yiyen, Kurt yedikçe şükreden,

Belalara sabreden, Eyyup Peygamber yatar.

 

Balık karnında yatan, Deryaları seyreden,

Kabak kökün yastanan, Yunus Peygamber yatar.

 

Kuyuda nihan olan, Köle diye satılan,

Mısır’a sultan olan, Yusuf Peygamber yatar.

 

Yusuf’un yavu kılan, Kurt ile dava kılan,

Ağlayıp gözsüz kalan, Yakup Peygamber yatar.

 

Asasın ejder eden, Bahre vurup yol eden,

Firavunu helak eden, Musa Peygamber yatar.

 

O Allah’ın habibi, Dertlilerin tabibi,

Enbiyalar ser veri, Resul Muhammed yatar.

 

Hayber kalasın yıkan, Kâfiri oda yakan

Şahinler gibi bakan, Ali gibi er yatar.

 

Ata ana gülleri, Kuran okur dilleri

Fatma’ana oğulları; Hasan, Hüseyin yatar.

 

Gündüzler saim olan, Geceler kaim olan.

Ariflerin sultanı, BayzitBestami yatar.

 

İğnesin suya atan, Balıklara getirten

Tacın tahtın terkeden, İbrahim Ethem yatar.

 

O Hakikat erleri, Gelip geçti her biri.

Konya’da o Mevlana, Hüdavendigar yatar.

 

Çok Hakk'ın has kulları, Fikreyle sen bunları.

Saysam ol erenleri, Nice sultanlar yatar.

 

Yunus, sen de ölürsün, Kara yere girersin.

Kara yer altında, Çok günahkâr kul yatar.

 

 Yusuf ÇAKICI

Yalıhüyük/ KONYA

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.