Şiirlerde, şarkılarda genellikle delicesine sevdiğinden ayrı kalmanın dayanılmaz ıstırabını ne yapsa, nereye gitse bir türlü dindiremeyen âşıkların dile getirdikleri kimi zaman bizim de bir yerlerden aşina olduğumuz gurbete bağlı yalnızlıklarımız vardı; lakin mevzi yahut yeni ismiyle lokal yağışlar gibiydi bunlar; her yerde aynı şiddette görülmezdi.
Mesela “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar/ Yeryüzünde sizin kadar yalnızım/ bir haykırsam belki duyulur sesim/ Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım” diyen Zeki Müren’in bir başka şarkısında “Şimdi artık yalnızım/ Ağlamak neye yarar” feryadıyla seslendirdiği yalnızlık bu kabil yalnızlıklardı.
Her şeyin baş döndüren bir hıza ulaştığı çağımızda yalnızlık da değişti, bir anlamda küreselleşti. Ne olup bittiğini hep beraber görüyor, anlamaya çalışıyoruz. Istırabını bir gazelinde “Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge/ Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı” beytiyle anlatan Rahmetli Fuzuli’nin16. Yüzyılda Bağdat yakınlarında Kerbela’da yaşadığı daha çok fakirlik, kimsesizlik ve belki acımasızlık gibi nedenlere yakın duran asil ve vakur yalnızlığı yaşadığımız çağda yerini içine virüs kaçmış karantina yalnızlığına bırakmış durumda. Şu yaşadığımız bir başka yalnızlık!
Bu yıl dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de insanlar korona pandemisi sebebiyle yalnızlığın devasa boyutlara ulaşanıyla tanıştı daha doğrusu tanıştık. Dün ‘şimdi artık yalnızım!’ diyen sanatçıya büyük bir teessürle yaşadığımız şu karantina günlerinde milyonlar eşlik ediyor: ‘Şimdi artık daha çok yalnızız!’
Yüzlerin büyük bir bölümünü kaplayan maskeler sebebiyle sokaklarda karşılaşsalar bile kimse kimseyi tanımadığı gibi kimsenin kimseden de pek haberi olmuyor. Sıkça duyduğumuz salalar ve vefat anonsları bir yerlere ateşin düştüğünü haber vermekle birlikte çoğunu duymuyoruz, duysak da katılmıyor veya katılamıyoruz çoğuna. Yalnızlığımız kitleselleşirken cenazelerimiz daha çok yalnız şimdilerde.
İnsanlar yüz yüze görüşemediklerinden hastalığın pençesine düşen yakınlarının resimlerini sosyal medyada paylaşarak dua etmelerini istiyorlar. Bugünlerde daha çok karşılaşır olduk böylesi durumlarla. Rabbim herkese başta sağlık olmak üzere her şeyin en hayırlısını versin!
İnsanların kendilerini çaresiz hissettikleri durumlarda çok sevdikleri kimseler veya yakınları için dostlarından dua istemeleri her zaman mümkündür; lakin bu yüz yüze görüşmelerde ve ziyaretlerde büyük bir mahcubiyetle ve güçlükle söylenilen bir şeydi. Geçen gün telefonda bir hasta resmi altına konulmuş dua talebi, yıllar önce bir markette karşılaştığımızda ıstırabı yüzüne fazlaca yansımış bir arkadaşla ilgili izlenimlerimi getirdi gözlerimin önüne. Olayın sıcaklığıyla ‘Dua Edin Ne Olur!’ başlığıyla yazdığım o perişan satırları sitemizin arşivinde bulup okuyabilirsiniz.
“Dudaklarına yerleşen buruk bir tebessümle kim bilir kaç kez söylemişti bir hal hatır sorma anında gönlünü açtığı insanlara bu sözü. Söyleyişine bakılırsa dili de iyice alışmıştı bu dua talebine. Ya da bana öyle gelmişti. Çok acı çekmesine rağmen bunu belli etmemeye çalışanların mütevekkil halleri vardı yüzünde.
Akşamüzeri bir markette karşılaşmıştık. Yalnızdı ve her zamanki gibi mütebessimdi. Eskiden sık olmasa da görüşürdük ailece. Yıllar var ki kopup gitmiştik bir yerlerden bir yerlere. Oysa aynı şehirdeydik. Daha çok böyle bir alışveriş merkezinde ne zaman karşılaşsak eşiyle birlikte olurdu. Bu halini yadırgayan eşim, arkadaşa hanımın ismini zikrederek nerede olduğunu sordu. İşte o zaman yüreğimi burkuveren bu titrek cümle düşüverdi dilinden: Ağır bir ameliyat geçirdi; dua edin ne olur… Bunu söylerken o alışık olduğumuz beyefendi tavrında ve gülümseyen çehresinde en ufak bir değişiklik olmamıştı. İnsan gülerken de ağlayamaz mıydı? Görebildiğim tam da buydu.
Geçip gitti sonra küçük adımlarla. Rafların arasında kayboldu. O geçip gitti; ama içimiz bir tuhaf olmuştu, bir gariplik çöküvermişti üzerimize. Acı bir tesadüftü; ama ne hazin ki buna benzer tesadüflerle öğreniyordu insanlar birbirlerinin hallerini son zamanlarda. Aynı şehirde, aynı mahallede hatta aynı binada olmak, hanelerde neler yaşandığını bilmeye yetmiyordu artık. İnsanlar günümüzde olduğu kadar yalnız olmamıştı her halde böyle kalabalıklar içinde.
Eve dönerken halk şiirimizin ustalarından Gevheri’nin şu mısraları geldi dilimin ucuna: ”Bir ateş düştü canıma/ Tüterim kimseler bilmez” Gevheri’nin gerçi aşk bağlamında söyledikleri devasız dertler gibi bir başka insanlık halini ifade ederken de titretiyordu gönül tellerimizi gerçekten.
“Yanarım kimseler bilmez…”
Ölürüm kimseler bilmez!”
Rabbim hasta kullarına şifa, dertli dullarına deva, ölmüşlerimize sonsuz merhametiyle rahmet ihsan eylesin.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal/9 Aralık 2020