Mus‘ab b. Umeyr
Yeryüzü ve insanlık tarihinin en gözde simalarından biri olan bu aziz şehidi andıkça yüreği kıpırdayıp sızlamayan, onun öyküsünü dinledikçe içi ısınıp irkilmeyen biri var mıdır sahi?
Hz. Peygamber tarafından Birinci Akabe Biatı’ndan sonra İslâm’ı tebliğ için Medine’ye gönderilen sahâbî.
Mekke’nin Soylu ve Zengin bir ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk müminlerden biriydi; Sahip olduğu bütün imkânları elinin tersiyle iterek Müslümanların yanında yer aldı. Mekke’nin ileri gelenleri de fırsat buldukça ona hakaret ettiler, onunla alay ettiler, çeşitli eziyetlerde bulundular.
O, her seferinde hakkı haykırdı.
Resûl-i Ekrem’in peygamberliğine şiddetle karşı çıkan ailesinin buna izin vermeyeceğini bildiğinden onun yanına bir süre gizlice gidip geldi ve namazlarını da gizli kıldı.
Durumu öğrenilince hayatında zor bir dönem başladı. Babası ve annesi onu Müslüman olduğu için hapsettiler ve yolundan dönmesi için çeşitli baskılar yaptılar, fakat dininden vazgeçiremediler.
Mus‘ab, peygamberliğin beşinci yılında ilk kafile ile Habeşistan’a hicret etti. Bir süre sonra Mekke ileri gelenlerinden bazılarının İslâm’a girdiği yolunda yanlış bir haber duyulunca otuz sekiz kişiyle birlikte geri döndü ve Birinci Akabe Biatı’na kadar (621) Mekke’de kaldı.
Bu tarihte Resûl-i Ekrem, Medineliler’in isteğiyle onu İslâm tarihinin ilk muallimi olarak görevlendirdi; bu sebeple Medine’ye ilk hicret eden sahâbî olarak da kabul edilir.
Mus’ab, Bedir Savaşına katılanlardan biriydi. Sancaktardı. Bu savaşta büyük bir gayret ve fedakârlık gösterdi. Daha sonra 625 yılında vuku bulan Uhud Savaşına da katıldı. Sancağı yine büyük bir tevazu ve metanetle o taşıyordu.
Bu zorlu savaşta, Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmadı. Hem sancağı taşıdı hem de sürekli onu takip etti, korudu, tehlikelere karşı uyardı. Yola çıkarken iki zırh giymişti. Bu hâliyle Hz. Peygamber’e çok benziyordu.
Müşrik ordusundan İbn Kamîe adında biri Hz. Peygamber’e saldırırken, tehlikeyi fark edip hemen onun karşısına çıktı.
Bu müşrik, ani bir kılıç darbesiyle onun sağ kolunu kesti. Mus’ab, sancağı hemen sol eline aldı. Bu dayanılması zor acıya aldırış etmeyen ve bir taraftan da ayetler okuyan Mus’ab, biraz sonra sol kolunu da kaybetti. Bir yandan da hâlâ Allah’ın elçisini gözlüyordu. Sancağı, kesik kollarıyla tutup sımsıkı bir şekilde göğsüne bastırdı. Bu direniş ve fedakârlık karşısında bir an şaşkınlık yaşayan İbn Kamîe, son kez hücum etti ve gerilip bütün gücüyle mızrağını onun göğsüne sapladı.
Dilinden Allah’ın ayetlerini hiç düşürmeyen ve asla geri adım atmayan Mus’ab şehid oldu.
Müşrikler, benzerlikten dolayı önce Hz. Peygamber’i öldürdüklerini sandılar, sevinç çığlıkları attılar. Çok geçmeden yanıldıklarını anladılar. Nitekim savaşın sonunda Hz. Ömer’in müşriklere cevap niteliğindeki şu sözünü duymayan çok az kişi vardı: “Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler ise cehennemde!”
Savaştan sonra şehidler defnedilirken Hz. Peygamber, yoksul bir kıyafet içindeki Mus‘ab’ı yanındakilere göstererek onun bir zamanlar en güzel elbiseleri giydiğini, en güzel yemekleri yediğini, fakat Allah ve resulünün sevgisini her şeye tercih ettiğini söyledi
Müminler Arasında Öyle Bir Yiğit Vardı ki…
Ardından, “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice kişiler vardır. Onlardan bazısı sözünü yerine getirip o yolda canını vermiş, bazısı da -şehidliği- beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde -sözlerini- değiştirmemişlerdir” meâlindeki âyeti (el-Ahzâb 33/23) okudu.
Kaynak; Diyanet İslam Ansiklobedisi